18 Ağustos 2008 Pazartesi
Ayrılık!
Sen gittin.. Bir zifiri karanlık, bir zından yalnızlığı, ağır bir boşluk bıraktın geride. Gittin ve dönmeyeceksin bir daha. Haklısın gidişinde, bu aşkı bitirmekte haklısın. Tek söz söyleyemedim. Yüzüne bakamadım. Karşında ağlamadım. Eridim, tükendim, bittim. Sonsuzlukta bir insan nasıl olur.. sesi soluğu nasıl duyulur? Elveda aşkım.. Elveda sevgilim. Sen kendini hiç böyle gereksiz, böyle değersiz, böyle yapayalnız hissettin mi? Ayrılık ölüm kadar acı ve soğuk.Aynalara bakıyorum. Aynada gördüğüm ben değilim. Gözlerim cehennem ateşi.. dudaklarım mühürlenmiş. Ellerim titriyor. Yüreğim kızgın demirlerle dağlandı. Yokluğunun bedeli çok ağır sevgilim. Sevinçlerim, hayallerim, umutlarım, renkli dünyam elveda.. Elveda yaşamak.. Yaşamın anlamı elveda. Kimse farkında değil yokluğunun. Sensiz ne hallerde olduğumu kimse bilmiyor. Anlamıyor yitip giden bir aşkın kederini. Düne kadar en yücesini yaşadım mutluluğun, ayaklarımın altından kayıp gidiyordu toprak, denizlerin ovaların üstünde uçuyordum. Güneş kadar yakındı bana aşk. Güneş kadar sıcak ve parlak. Bıraktın birdenbire, kanatlarım kesildi. Hızla çakıldım yere, boşluğun içindeyim, şimdi hiçbir şeyim.Oysa dünyanın en zenginiydim. Bütün çiçekler bizim için açardı, bizim için ballanırdı meyveler, ekinler bizim için bereketli, sular bizim için çağlardı. Şimdi toz duman içinde kızgın bir çöldeyim. Yönümü yolumu şaşırdım. Sam rüzgarlarına bıraktım gövdemi, sürüklenmekteyim. Sen bensiz nasılsın, bilmiyorum. Rahat mısın, mutlu musun, bu kadar çabuk beni unutur musun?.. Nasıl birden mazi olursun? Düne kadar gözlerinden aşkı içtiğim, dudaklarında yüreğimi erittiğim, uğruna bıçaklar çekip dünyaya meydan okuduğum ey sevgili nerdesin? Kimlesin?.. kimlerlesin?.. Kimlerle oynaşır gönül eğlersin? Ben burada, terk edip gittiğin yerdeyim.
Elveda aşkım.. Elveda birtanem.. Elveda sevgilim! Elveda sana...
15 Ağustos 2008 Cuma
Usulca!
YALAN!
13 Ağustos 2008 Çarşamba
Canım Acıyor!..
Bu sana canımdan, kanımdan ve kalbimden koparak yazılacak son mektup...Her satırı sen kokucak, senin kara gözlerine bakarak yazacağım bu son mektubumu...
Nedenmi son?..
Sen sormasanda ben soruyorum kendime...
Aslında bu mektup belki sana son... Bana baslangıç olacak...
Acıların kucağına atacağım kendimi...
Izdırabı dost edineceğim kendime ... Göz yaşını kardeş ...
Tek senin yerine hiç bir şey koymayacağım...
Tek senin yerin boş kalacak...
Ben bende oldugum surece bu böyle devam edecek...
Senin sesisini duyduğum ilk anı düşünüyorum şuan..
Yüzüm gülüyor ama gözlerim doldu...
Sanki bir sevda masalıydı ayrılıkla son bulan...Sana bütün bunları neden mi anlatıyorum...Ümitsizliğe kapıldım...Her gün bir defa daha ölüyorum...Düşünüyorumda nerede hata yaptım...Ne yaptım Yaradana... Tüm bu acıları hak edecek... Koparılmış bir gül gibiyim şimdi...
SOLMAYA ve ÖLMEYE MAHKUM....
Senden üç şey bende kalsın anılarımız hayellerimiz ve sadece bende olsada sevgim...
BU SANA SON MEKTUBUM...
Dikkat et kendine sakın hasta olma yaz geldi sen sıkca hastalanırsın o yüzden yinede üzerine sık giy, kilona dikkat et zayıflama kilo al gerçekten sana kilo almak yakışıyor benim düşüncem gereksiz olsada artık sadece bir insan olarak tavsiyem sana, Her zaman hep gül çünkü sana gülmekte çok yakışıyor...
Ve sana son tavsiyem hiç bir dediğimi yapmasanda bunu yap......
GÜÇLÜ OL...
BUNUDA UNUTMA...
UZAKLARDA ÇOK UZAKLARDA SENİ GERÇEKTEN SEVEN BİRİ VAR, VAR OLACAK VE YOK OLACAK AMA SENİ UNUTMAYACAK...
0 yorum Etiketler: canım acıyor, içim yanıyor, son mektup
BİTTİM!..
Birazdan "buraya kadar" olduğunu fark edeceksin. 8 Ağustos 2008 Cuma
TILSIM
Bakar gibi yapıyorum ben de, sana. Gözlerimin içine düşüp yargılıyorsun beni, gözlerimden kaçarak sığınıyorsun kuytu köşelerine gizinin. Yorulunca gidip ülkenin tüm çocuklarına sarılıveriyorsun. Sever gibi yapıyorsun hepsini. Ama sevmiyorsun. Ne onları inandırabiliyorsun ne beni. İnanmış gibi yapıyoruz biz de. İşte sahne işte perde birazdan inecek olan. Oyun gibi sanki, oynuyoruz.
Geceyi çabuk tüketiyoruz ikimiz, gün başlamadan daha, yaz gelmeden, son baharı bekler buluyoruz birbirimizi. Bazen sen aşk oluyorsun bana, bazen ben sende buluyorum kendimi. Ardından yazılan mektuplara dönüşüyor yaşananlar. Arzular dökülüyor kalemlerden kağıda. Postacılar bilmese içinde yazılanları, zarfları açmadan hissetmeseler yaşadıklarımızı, bu mektuplar sana gelmez, bana ulaşmaz olurlar biliyorsun. Demek ki onlarda yaşıyorlar bunu. Seviliyorlar bazen, belki seviyorlar. Yoksa nasıl bulabilirler posta kutularımızın yolunu?
Ama işte hep gecikmeli geliyor yaşam adreslerimize. Hep gecikiyor bize gelen birileri. Yada biz daha başlamadan hayata, geçip gitmiş oluyorlar yakınımızdan. Ya öyle yapıyoruz olması gerekeni, yada böyle. Oysa doğruları var değil mi yaşamın, genelin özele sundukları var. Belirgin net, espasları az, toleransı dar, ama var işte. Annemizin karnından ters çıkmamız gibi, onlara da uyuyor gibi yapıyoruz, uymuyoruz biz. Boş verip dalıyoruz düşlere, Uyuyor gibi yapıyoruz yine, bu sefer olur gibi oluyor. Olmuyor.
Ama doğrusu bu. Uyanıkken yaşamak, gece yatıp düş görmek ve sonrasında uyanıp, bunları hafızadan hemen silmek. Olması gereken bu. Derhal bir yerlere yetişip, gün boyu dağıtılan olanakların peşinde olmak. Doğru tam olarak bu. Ama yanlış bizleriz. Yanlış uyuyoruz bir kere, zamanı kaçırıyoruz. Bizden hariç kim varsa o anda bulunduğumuz coğrafyada, onlar güne veya kahvaltıya başlarken, biz geceye, uykuya koşuyoruz. Biz kahvaltı ederken de onlar olanakların tamamını toplayıp huzurlu bir “mışıllığa” kaptırıyorlar düşlerini. E geriye bir şey kalmamış oluyor haliyle. Basıyoruz yaygarayı. Bu ailenin küskün çocukları bizleriz. Darılanı, kavgadaki dövüşmeyeni, oyundaki mızıkçısı, topa sahip olup oynatmayanı da biziz, topu çalıp kaçanda sahipsiz bir evin bahçesinden. Ebeveynden gelecek dayağa da hazırız akşama doğru yönelirken eve. Huzursuzuz. Mutsuz ve kırılganız. Yanlış zamanda, doğru olan kişileri sevende biziz aslında. Bilir gibi yapıyorlar ama, bilmiyorlar işte.
Hepimizin teninde yabancı eller oluyor, aklımız hep bir diğer sevdalarda yitirirken kendini. Dokunan hep başkası oluyor bedenlerimize kaygılı elleriyle, biz bir başkasında saklamışken aklımızı, doluveriyor içimize kirleri, acıları ve eskitilmiş eşyalar. Hiçlerimizi dolduruyorlar boş yere. Ardından sevdalarımıza küsüp, birkaç hayatı tüketiyoruz hızla, peşimizden gelenler yoruluyor, önümüzden gidenler kaçışıyor sağa sola. Dalgalarımızla dostluğa vuruyoruz bedenlerimizi, yitip gidince o hırs. Avunuyoruz.
İçinde bulunduğumuz sokağın, çitlerle sahiplenilip çevrelenmiş, bahçelerine bakıyoruz sıkça, bir yerlere gidip gelirken. Bir pencereden siluetini görüyoruz senin, en değerli varlığımız olacakken sen, birden birileri giriyor odana, kapatıyor perdelerini pencerenin. Pencere anlamını yitiriyor o an, bakar gibi oluyoruz camlara, yansır gibi oluyoruz sokak lambalarından caddeye, gölge oluyoruz isimsiz, içimizde yitiriyoruz seni, ağlar gibi oluyoruz halimize, kaçar gibi yapıyoruz o sokaktan. Yine küsüyoruz olan bitene, çekilip köşelerimize “oynamıyorum işte ben” diyoruz hırçınlıkla. Bir büyüyüp bir küçülüyoruz oyunlar değişirken. Çalınan misketlerin ardından anlamsızca. Kendi vurduğumuzu kendimiz duymuyoruz hiç.
Acaba biz büyümüş mü oluyoruz bu durumda, yoksa içimizde kalan hep bir çocuk mu?
Doğar gibi oluyorsun içimde bazen. İşte o zaman koşup içimdeki aydınlığı tutuşturuyorum yeniden, tılsımı oluyorum düşlerinin. Gelip yatağının başına, dizlerimin üzerine çöküp, hikayeler anlatıyorum sana. Kapalı gözlerinin ardında olup bitenlerin şiir olmasını rica ediyorum düş tanrısından. Bir çiçek olsun diyorum kokladığı şimdi. Bir tomurcuk açar ya içinde. Öyle açsın diyorum uyanırken. Öpücükler içinde sallıyorum seni. Büyütüyorum ellerimle okşayıp. Tenine dokunmasın diye gece, tılsımı oluyorum ben karanlığın, büyüsü oluyorum ay ışığının. Titreyip iç çekiyorum yanı başında. Bir uyur bir uyanık oluyorum beklerken seni. Sen gelirsin diye, işaretler veriyorum uzaklardan. Yol boyunca yürürken ürkmeyesin diye sanrılarından, Tılsımın oluyorum senin yeniden. Bir büyü gibi bazen, bir yazılıp bir okunuyor, bir bozulup bir dokunuyorum sürekli.
Yeni gibi oluyorsun her gelişinde bana, bende sana yenilen oluyorum haliyle.
Yorgunum!..
sessizliğini dinledim uzun süre. düşündüm taşındım, çözümünü bulamadım. yüzün geliyor gözlerimin önüne. gözlerinde boğuluyorum. özlemek neden bu kadar yorar insanı? yorgunum… konuştuklarım incir çekirdeğine yetmiyor. çünkü ben avazım çıktığı kadar susuyorum. yaşananların üzerini örtecek kadar şeffaf bir kelimemde yok üstelik. bu aralar kendime hep suçüstüyüm. ıslah olmaz bir özlemim ve korkak bir mantığım var. sana bişeyler söylemek, bu suçsuzlukların ortasında birini suçlu bulmak istiyorum. ama kimi sanık kürsüsüne oturtup, kimi yaşananlara tanık yapıp, kimin kalemini kime kırdıracağımki? cevapsız sorulara bir yenisini eklemekten başka bir şey yapamıyorum. bu bilinmezelerin ortasında senin gerçekte neyin olduğumu öğrenmeye çalışıyorum hala!
7 Ağustos 2008 Perşembe
ÖP BENI!..
İlk öpüşme fobisi Cevriye teyze ile başladı, her gördüğü yerde “Hiiii teyzesi gurban olsun, onyedi benli Şaziyemm şlapp şapırt şulup” diye henüz 13 senedir hayatta olan gıcır yanaklarıma öpücük kondururdu-Bu arada ne adım Şaziye nede 17 tane benim var- ki zaten 17 tane demesi için tek tek saymış olması gerekir buda vuku bulmadığına göre kafadan atıyor veya sevdiği bir türkünün sözleri.
4 Ağustos 2008 Pazartesi
BEN KÜÇÜK SAF KIZ!..
0 yorum Etiketler: acı.hüzün, kırılganlık, saf kız, sevgi
GİTMEK ZOR DEĞİL KALMAK ACI VERİYOR
İstanbul'da
EN GÜZEL AŞK HİKAYESİ...
Dunyanin, yasanmis en guzel ask hikayesi bu..
Ne Leyla diyecegim size ne de Mecnun, Ferhad, Romeo vs. vs..
En guzel ask hikayesi Efendimiz sallALLAHu aleyhi vesellem ile Hatice Validemiz'in hikayesidir..
Sanir misiniz ki Leyla ile Mecnun evlenseydi, ya da digerleri..Asklari dillere destan olur, gunumuze kadar ulasirdi? Hayir tabii ki! Belki bir kac sene sonra bitecekti..
Yasanmadigindan, kavusulmadigindan hep bunlar Ama siz bir bakin efendimizle, Hatice Validemiz'in askina icin! Bu, yasanmis hem de uzun yillar boyu yasanmis bir ask.. Ahla kissat hub fil alem Mekke fethinin ilk gunu, o karisiklik, o heyecan esnasinda Efendimiz yasli bir hanimla karsilasiyor, O'nun yanina gelmesini onlemek isteyenlere "Birakin" diyor gelsin.. Sirtindan abayasini cikarip, hanimin altina seriyor ve birlikte oturup 1 saat kadar sohbet ediyorlar.. Aise Validemiz merak ediyor ve sonrasinda; "Kimdi o? Neler konustunuz?" soruyor.. Cevaba bakar misiniz; " O, Hatice'nin arkadasi idi, eski gunleri yadettik" Hatice Validemiz vefat etmis, aradan yiiillar gecmis, vefayi, sevgiyi, ozlemi goruyor musunuz? Ve o hengamede.. Ve hatice Validemiz'e bakin; Yasi 55.. Efendimiz o sira Hira magarasinda, nubuvvetten evvel ibadette.. Her gun O en sevgili'ye yiyecek tasiyor! Her gun gidiyor ve O'nunla biraz oturuyor.. Hira Magarasini bilir misiniz siz? Ne kadar yuksektir ve cikmasi ne kadar zordur? Bugun gencler bile cikarken ter icinde kalirlar, cok yorulurlar.. Yasi 55 Hatice Validemizin ve her gun Habibini gormeye gidiyor! Yine bakiniz ki o asil hanima, Efendimiz'den daha yasli oldugu icin O'na ustune evlenmesini teklif ediyor! Dusunebiliyor musunuz? O'nu oylesine seviyor ki, sadece O'nu mutlu edecegini dusundugu icin "Evlen" diyor!Ama O, reddediyor, asla O'nu incitmek istemiyor.. Hanim'a bakin! Ve sevgisine.. Yine ilk vahiy geldiginde O'na nasil destek olduguna, yuregini, malini, canini nasil serdigine bakin.. Ve Efendimiz'in yuregindeki Hatice Validemizin yerini dusunun, cok hadislerde gecer.. Yine Validemiz'in vefatindan cok uzun yillar sonra kizkardesi Hale efendimiz'in evine gelir ve kapiyi calar.. Oylesine heyecanlanir ki O, kapiya kosar, eli ayagi dolasir.. "Neden" derler.. "Hatice'nin calisi bu" buyururlar..Ve "Sanirim Hale'dir gelen" derler..
En guzel Ask hikayesi budur! Yasanmis ama eskimemis, yepyenidir.. SallALLAHu aleyhi ve sellem.. Bizlerin muhterem Validemiz'den alacagi cok dersler var.. O'na, Onlar'a benzeyenlere selam olsun
PATMOS MAVİSİ (:
(çiçek mi? hayatım o benim. Deli miyim? biraz. Akıllı mıyım? biraz. Mutlu muyum? Çoook.)
0 yorum Etiketler: mavi, patmos, yunan adaları


















