18 Ağustos 2008 Pazartesi

BİR DİRHEM UMUDA BİR GÜL KAFİ...

“ Gökyüzüne resim çizmek peşinde değilim Gayretim bir dirhem umuda naif gülüşü nakşedebilmek…”
Bilmediğim bir şehrin sabahından yazıyorum bu satırları. Bana yabancı bir öykünün doğuşuna tanıklık ediyorum. Üşüyorum nem kapmış duvar misali. Sesini arıyorum kulağımın derinliklerinde. Sessizliğime çağırıyorum tüm martıları. Aldırma / aldanma sadece martıları çağırdığıma. Asıl ben seni diliyorum kuru avuçlarıma. Susuzluğumun kanayan yüzüne sen koş. Aldırma giydiğin ayakkabılara. Koş sadece. Nefesin de tıkansın biraz. İstediğim kadar değil, hissettiğin kadar yaklaş bana. Bilirsin senden önce üryan’lığımı örtecek bir cümle bulamamıştı dudaklarım. Kapat dudaklarıma sözlerini. Gayri dudaklarımdan çıkacak tek söz; adının baş harfi olsun..
Ey gülüşlerinde “ yüreğimi “ demlendiğim saadet,
Huzura arala kapılarını. Bulutsuzluğuna aldırmadan gökyüzüne çevir başını. Münkir gelme gövdenin taşıdığı büyük sevdaya. Uzaklığımıza bir de sen bir mesafe koyma. Nerde olduğumu unut, bir adım gölgenden takip ediyorum seni. Köklerindeyim, tutuştur yalnızlık cümlelerini. Unuttun mu, yüzümün çizgilerine gizlenmiş tebessüm tanelerini sen buldun. Yol bilmez sanılan sevdanın Cennete giden yolu gözlerime inşirah eden sen değil misin sevgili ? Sığlığıma, ıssızlığıma aldırma sen.Sığlığıma genişlik veren duam sensin, ıssızlığıma vücut bulan da. Suskunluğuma bakıp dudaklarını bükme, kuru topraklarıma bakıp boynunu çevirme hazana..Kuraklığıma umut işleyen de sensin, suskunluğuma 29 harfi hediye eyleyen de…
Gözlerimdeki huzurun tek sahibi,
Elif bereketindeki yarınlarımın tek varisi,
Bize ne bir sevda vaat edildi ne de bir mucize hediye edildi. Biz karanlıktayız. Üzerimiz açık. Ellerimiz hazan kokar. Ama birbirimizin tebessümlerinde isteriz Cenneti. Gövdemizin toprakta kapladığı gölge kadar cümle oluruz sevda lugatinde. Şimdi sevme zamanı. Tüm martılar açtır şimdi. Yüzümde belirginleşen tebessüm çizgileriyle doyuralım tüm martıları. Bulutsuzluktan şikayet eden toprağa uzatalım gözlerimizde birikmiş ıslaklığı. Kısır cümleleri işgal etsin içimizdeki gönül zenginliği. Susuzluktan çatlamış yangınlara koşuşturalım dudaklarımızı. Diş geçiremediğimiz zamana not düşülsün imkansızlığımız. Birbirimizden bihaber yaşarken istiflediğimiz hüzünlere inat biz tebessümün güzelliğinde bir umut ekelim gül kokusunda.
Ey sevgili,
Satırlarımın dağınıklığını hoşgör. Bilmediğim bir sabahın avcunda kanattım ellerimdeki mürekkebinin dilsizliğini. Sana yazmaya aç’tım. Tebessümün satırlarda inkişafına vuruldum. Yazan ben, yazdıran sen..
Özlediğim, dilediğim bir sevdanın anlamı, Yaşadığım, nefes aldığım bir hayatın başkahramanı, Umutlandığım yarınların tek güzel yanı
Unutma ki;
Bir dirhem “ can’a “ bir ” umut “ miktarı “ gül “ kafi.
Beni “ ben “ yapan kadın…
Seni seviyorum

Ayrılık!

Sen gittin.. Bir zifiri karanlık, bir zından yalnızlığı, ağır bir boşluk bıraktın geride. Gittin ve dönmeyeceksin bir daha. Haklısın gidişinde, bu aşkı bitirmekte haklısın. Tek söz söyleyemedim. Yüzüne bakamadım. Karşında ağlamadım. Eridim, tükendim, bittim. Sonsuzlukta bir insan nasıl olur.. sesi soluğu nasıl duyulur? Elveda aşkım.. Elveda sevgilim. Sen kendini hiç böyle gereksiz, böyle değersiz, böyle yapayalnız hissettin mi? Ayrılık ölüm kadar acı ve soğuk.Aynalara bakıyorum. Aynada gördüğüm ben değilim. Gözlerim cehennem ateşi.. dudaklarım mühürlenmiş. Ellerim titriyor. Yüreğim kızgın demirlerle dağlandı. Yokluğunun bedeli çok ağır sevgilim. Sevinçlerim, hayallerim, umutlarım, renkli dünyam elveda.. Elveda yaşamak.. Yaşamın anlamı elveda. Kimse farkında değil yokluğunun. Sensiz ne hallerde olduğumu kimse bilmiyor. Anlamıyor yitip giden bir aşkın kederini. Düne kadar en yücesini yaşadım mutluluğun, ayaklarımın altından kayıp gidiyordu toprak, denizlerin ovaların üstünde uçuyordum. Güneş kadar yakındı bana aşk. Güneş kadar sıcak ve parlak. Bıraktın birdenbire, kanatlarım kesildi. Hızla çakıldım yere, boşluğun içindeyim, şimdi hiçbir şeyim.Oysa dünyanın en zenginiydim. Bütün çiçekler bizim için açardı, bizim için ballanırdı meyveler, ekinler bizim için bereketli, sular bizim için çağlardı. Şimdi toz duman içinde kızgın bir çöldeyim. Yönümü yolumu şaşırdım. Sam rüzgarlarına bıraktım gövdemi, sürüklenmekteyim. Sen bensiz nasılsın, bilmiyorum. Rahat mısın, mutlu musun, bu kadar çabuk beni unutur musun?.. Nasıl birden mazi olursun? Düne kadar gözlerinden aşkı içtiğim, dudaklarında yüreğimi erittiğim, uğruna bıçaklar çekip dünyaya meydan okuduğum ey sevgili nerdesin? Kimlesin?.. kimlerlesin?.. Kimlerle oynaşır gönül eğlersin? Ben burada, terk edip gittiğin yerdeyim.
Elveda aşkım.. Elveda birtanem.. Elveda sevgilim! Elveda sana...

15 Ağustos 2008 Cuma

Usulca!


Gözlerinin harelerine özlemlerimi gömdüm,

Gülüşünün kıyısına umutlarımı tutturdum,

Teninin kokusuna tutkularımı bağladım,

Yüreğinin gölgesine sindim usulca...

YALAN!

Hani hayatının üstüne kurmuştununuttun mu
kaç zaman peşinden koşmuştum
yalan nedir bilmeyen dudakların
şimdigerçeği söylemekten korkuyor sanki
kim derdiki yüreğin benden kopupta başkasına gidecek
dur diyecek gücüm olsa bile
nefretim buna karşı gelecek
yaşantımın geri kalanında yerin olmadığını düşünüyorum
o halde bu kötü gidişata bende dur diyorum
için kanarmı canın yanarmı bunuda bilmiyorum
birazcık hakkım varsa helal etmiyorum!

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Canım Acıyor!..

Bu sana canımdan, kanımdan ve kalbimden koparak yazılacak son mektup...
Her satırı sen kokucak, senin kara gözlerine bakarak yazacağım bu son mektubumu...
Nedenmi son?..
Sen sormasanda ben soruyorum kendime...
Aslında bu mektup belki sana son... Bana baslangıç olacak...
Acıların kucağına atacağım kendimi...
Izdırabı dost edineceğim kendime ... Göz yaşını kardeş ...
Tek senin yerine hiç bir şey koymayacağım...
Tek senin yerin boş kalacak...
Ben bende oldugum surece bu böyle devam edecek...
Senin sesisini duyduğum ilk anı düşünüyorum şuan..
Yüzüm gülüyor ama gözlerim doldu...

Sanki bir sevda masalıydı ayrılıkla son bulan...Sana bütün bunları neden mi anlatıyorum...Ümitsizliğe kapıldım...Her gün bir defa daha ölüyorum...Düşünüyorumda nerede hata yaptım...Ne yaptım Yaradana... Tüm bu acıları hak edecek... Koparılmış bir gül gibiyim şimdi...
SOLMAYA ve ÖLMEYE MAHKUM....

Senden üç şey bende kalsın anılarımız hayellerimiz ve sadece bende olsada sevgim...
BU SANA SON MEKTUBUM...
Dikkat et kendine sakın hasta olma yaz geldi sen sıkca hastalanırsın o yüzden yinede üzerine sık giy, kilona dikkat et zayıflama kilo al gerçekten sana kilo almak yakışıyor benim düşüncem gereksiz olsada artık sadece bir insan olarak tavsiyem sana, Her zaman hep gül çünkü sana gülmekte çok yakışıyor...

Ve sana son tavsiyem hiç bir dediğimi yapmasanda bunu yap......

GÜÇLÜ OL...

BUNUDA UNUTMA...

UZAKLARDA ÇOK UZAKLARDA SENİ GERÇEKTEN SEVEN BİRİ VAR, VAR OLACAK VE YOK OLACAK AMA SENİ UNUTMAYACAK...

BİTTİM!..

Birazdan "buraya kadar" olduğunu fark edeceksin.
Eski evimin duvarlarındaki
Bir çatlakla sıkıştırıp anıları...
Çekip perdeleri, çarpıp kapıları
İhanetini köhne bir evde
Cezalandırmak olacak son yapabildiğim ki,...
Yüzüne dünyamın kapılarını kapayışım bu.
Ölümü kahpe bir yüreğin seven bir yürekte ki,
Yok pahasına satılacak senli zamanlar,
Hiç olup kalacaksın,

Az sonra...
Ben gidince...

....Sen biteceksin

... Birazdan, buraya kadar vukuatım olacaksın bu yolda.
Kalan ayak izlerimi yiğitce yağmurlarla silip arkamdan,
Patiska misali mendil yapıp fersudeliğimi,
Duvarlarda yüzümü eskiterek,
Gitmek olacak son bırakabildiğim ki,.
Bu kent, bu dört duvarlar
Çoğaltmayacak artık hüzünleri,
Yansıtmayacak aynaların gözü yıkılmışlığımı,
Dudak ısırığımı ki,.
Kızıl damlalarda görülesi
Hiçbir şey kalmayacak yaptığına dair...

Az sonra...
Ben gidince...

.....Sen biteceksin...

Çünkü!
Göz tanıklık edemeyecek kadar dolu,
Yara tedavi edilemeyecek kadar derin,
Dil şaşılası kadar şaşkın..

Ve,..

Sen aşkım!

Az önce,..

Battın......

8 Ağustos 2008 Cuma

TILSIM


Yaşar gibi yapıyorsun hep, orada olmadığın zamanları özlemiyor değilim, kaçar gibi yapıyorsun sonra. Tutunuyorum içimdeki denizlerde yüzen kağıttan gemilere. Bir sağımda, bir solumda, yakınlarımda olman gerekirken sen, şimdi sen çok uzaklarda… Yankılar gibi beni...
Bakar gibi yapıyorum ben de, sana. Gözlerimin içine düşüp yargılıyorsun beni, gözlerimden kaçarak sığınıyorsun kuytu köşelerine gizinin. Yorulunca gidip ülkenin tüm çocuklarına sarılıveriyorsun. Sever gibi yapıyorsun hepsini. Ama sevmiyorsun. Ne onları inandırabiliyorsun ne beni. İnanmış gibi yapıyoruz biz de. İşte sahne işte perde birazdan inecek olan. Oyun gibi sanki, oynuyoruz.
Geceyi çabuk tüketiyoruz ikimiz, gün başlamadan daha, yaz gelmeden, son baharı bekler buluyoruz birbirimizi. Bazen sen aşk oluyorsun bana, bazen ben sende buluyorum kendimi. Ardından yazılan mektuplara dönüşüyor yaşananlar. Arzular dökülüyor kalemlerden kağıda. Postacılar bilmese içinde yazılanları, zarfları açmadan hissetmeseler yaşadıklarımızı, bu mektuplar sana gelmez, bana ulaşmaz olurlar biliyorsun. Demek ki onlarda yaşıyorlar bunu. Seviliyorlar bazen, belki seviyorlar. Yoksa nasıl bulabilirler posta kutularımızın yolunu?
Ama işte hep gecikmeli geliyor yaşam adreslerimize. Hep gecikiyor bize gelen birileri. Yada biz daha başlamadan hayata, geçip gitmiş oluyorlar yakınımızdan. Ya öyle yapıyoruz olması gerekeni, yada böyle. Oysa doğruları var değil mi yaşamın, genelin özele sundukları var. Belirgin net, espasları az, toleransı dar, ama var işte. Annemizin karnından ters çıkmamız gibi, onlara da uyuyor gibi yapıyoruz, uymuyoruz biz. Boş verip dalıyoruz düşlere, Uyuyor gibi yapıyoruz yine, bu sefer olur gibi oluyor. Olmuyor.
Ama doğrusu bu. Uyanıkken yaşamak, gece yatıp düş görmek ve sonrasında uyanıp, bunları hafızadan hemen silmek. Olması gereken bu. Derhal bir yerlere yetişip, gün boyu dağıtılan olanakların peşinde olmak. Doğru tam olarak bu. Ama yanlış bizleriz. Yanlış uyuyoruz bir kere, zamanı kaçırıyoruz. Bizden hariç kim varsa o anda bulunduğumuz coğrafyada, onlar güne veya kahvaltıya başlarken, biz geceye, uykuya koşuyoruz. Biz kahvaltı ederken de onlar olanakların tamamını toplayıp huzurlu bir “mışıllığa” kaptırıyorlar düşlerini. E geriye bir şey kalmamış oluyor haliyle. Basıyoruz yaygarayı. Bu ailenin küskün çocukları bizleriz. Darılanı, kavgadaki dövüşmeyeni, oyundaki mızıkçısı, topa sahip olup oynatmayanı da biziz, topu çalıp kaçanda sahipsiz bir evin bahçesinden. Ebeveynden gelecek dayağa da hazırız akşama doğru yönelirken eve. Huzursuzuz. Mutsuz ve kırılganız. Yanlış zamanda, doğru olan kişileri sevende biziz aslında. Bilir gibi yapıyorlar ama, bilmiyorlar işte.
Hepimizin teninde yabancı eller oluyor, aklımız hep bir diğer sevdalarda yitirirken kendini. Dokunan hep başkası oluyor bedenlerimize kaygılı elleriyle, biz bir başkasında saklamışken aklımızı, doluveriyor içimize kirleri, acıları ve eskitilmiş eşyalar. Hiçlerimizi dolduruyorlar boş yere. Ardından sevdalarımıza küsüp, birkaç hayatı tüketiyoruz hızla, peşimizden gelenler yoruluyor, önümüzden gidenler kaçışıyor sağa sola. Dalgalarımızla dostluğa vuruyoruz bedenlerimizi, yitip gidince o hırs. Avunuyoruz.
İçinde bulunduğumuz sokağın, çitlerle sahiplenilip çevrelenmiş, bahçelerine bakıyoruz sıkça, bir yerlere gidip gelirken. Bir pencereden siluetini görüyoruz senin, en değerli varlığımız olacakken sen, birden birileri giriyor odana, kapatıyor perdelerini pencerenin. Pencere anlamını yitiriyor o an, bakar gibi oluyoruz camlara, yansır gibi oluyoruz sokak lambalarından caddeye, gölge oluyoruz isimsiz, içimizde yitiriyoruz seni, ağlar gibi oluyoruz halimize, kaçar gibi yapıyoruz o sokaktan. Yine küsüyoruz olan bitene, çekilip köşelerimize “oynamıyorum işte ben” diyoruz hırçınlıkla. Bir büyüyüp bir küçülüyoruz oyunlar değişirken. Çalınan misketlerin ardından anlamsızca. Kendi vurduğumuzu kendimiz duymuyoruz hiç.
Acaba biz büyümüş mü oluyoruz bu durumda, yoksa içimizde kalan hep bir çocuk mu?
Doğar gibi oluyorsun içimde bazen. İşte o zaman koşup içimdeki aydınlığı tutuşturuyorum yeniden, tılsımı oluyorum düşlerinin. Gelip yatağının başına, dizlerimin üzerine çöküp, hikayeler anlatıyorum sana. Kapalı gözlerinin ardında olup bitenlerin şiir olmasını rica ediyorum düş tanrısından. Bir çiçek olsun diyorum kokladığı şimdi. Bir tomurcuk açar ya içinde. Öyle açsın diyorum uyanırken. Öpücükler içinde sallıyorum seni. Büyütüyorum ellerimle okşayıp. Tenine dokunmasın diye gece, tılsımı oluyorum ben karanlığın, büyüsü oluyorum ay ışığının. Titreyip iç çekiyorum yanı başında. Bir uyur bir uyanık oluyorum beklerken seni. Sen gelirsin diye, işaretler veriyorum uzaklardan. Yol boyunca yürürken ürkmeyesin diye sanrılarından, Tılsımın oluyorum senin yeniden. Bir büyü gibi bazen, bir yazılıp bir okunuyor, bir bozulup bir dokunuyorum sürekli.
Yeni gibi oluyorsun her gelişinde bana, bende sana yenilen oluyorum haliyle.

Yorgunum!..

sessizliğini dinledim uzun süre. düşündüm taşındım, çözümünü bulamadım. yüzün geliyor gözlerimin önüne. gözlerinde boğuluyorum. özlemek neden bu kadar yorar insanı? yorgunum… konuştuklarım incir çekirdeğine yetmiyor. çünkü ben avazım çıktığı kadar susuyorum. yaşananların üzerini örtecek kadar şeffaf bir kelimemde yok üstelik. bu aralar kendime hep suçüstüyüm. ıslah olmaz bir özlemim ve korkak bir mantığım var. sana bişeyler söylemek, bu suçsuzlukların ortasında birini suçlu bulmak istiyorum. ama kimi sanık kürsüsüne oturtup, kimi yaşananlara tanık yapıp, kimin kalemini kime kırdıracağımki? cevapsız sorulara bir yenisini eklemekten başka bir şey yapamıyorum. bu bilinmezelerin ortasında senin gerçekte neyin olduğumu öğrenmeye çalışıyorum hala!


şimdi söyle bana. bir kalbe kaç sevgi sığar? ya da bir aşka kaç aşk?

7 Ağustos 2008 Perşembe

ÖP BENI!..

İlk öpüşme fobisi Cevriye teyze ile başladı, her gördüğü yerde “Hiiii teyzesi gurban olsun, onyedi benli Şaziyemm şlapp şapırt şulup” diye henüz 13 senedir hayatta olan gıcır yanaklarıma öpücük kondururdu-Bu arada ne adım Şaziye nede 17 tane benim var- ki zaten 17 tane demesi için tek tek saymış olması gerekir buda vuku bulmadığına göre kafadan atıyor veya sevdiği bir türkünün sözleri.

O’nun beni öpmesinden hoşlandığım fikrine nerden kapıldığını bilmiyorum,oysa ben, o öper öpmez hırsla yüzümü siler, çamaşır suyuyla derinlemesine temizler ve parlatırdım. Maalesef yıllar boyunca da bu korkunç ızdıraba katlanmak zorunda kaldım. Bir gün eşyalarını kamyona yükleyip taşınıp gittiler, son bir hamleyle tükürüğünü yanağıma yapıştırdıktan sonra tabii.
Daha sonra; beni Alamanya'daki oğluna beğenen , gözümün hiç tutmadığı Ahmet enişte (kendisi annemin halasının kocasının kuzeni ) bu geleneği sürdürdü. Evimize haftada bir gelir ben gelene kadar defolup gitmez, görür görmezde “Gelinimmm gelinim, gel seni bi öpem o bal yanağından şapalap foşşş ohşş” diye yüzüme kusar gibi öperdi. Öve öve bitiremediği oğlundan çok kendisi beni beğeniyor gibiydi.(muhterem eniştemiz bir kaç yıl önce 1 kadına tecavüzden hapse tıkıldı )
Tahmin edileceği gibi ondan nefret ediyordum.Annemle en az 567 kere bu sapık akrabası yüzünden tartışmak zorunda kaldım ama geleneksel kurallar gereği öpmek, hele oğluna alacağı kızı öpmek (öpen adamın cüzdanına göre değişir) sapıklık kategorisine girmiyordu.Vücudunda dövme yapılmamış bir santim boş yer olmayan oğlu, esrar çekip tanışmaya gelince bu kabusuma da nokta konmuş oldu. Annem; sapık akrabasının salyalı öpücüklerine kılını kıpırdatmazken, damadı olmasını hayal ettiği genci bu halde görünce kaplan kesilmiş ve tüm bağları bir celsede koparmıştı. Bir daha evimizin civarından bile geçemediler.(aslında çocuk hoştu tekrar düşünmeliydik)
Büyüdükçe aşk meşk olayının öpüşmeden olmayacağını anlayınca, kendimle büyük bir mücadeleye başladım.Yıllarca talihsiz bir şekilde akraba amcalar, komşu teyzeler,kurban olurumcular,kölen olurumcular, gız ne şekersinciler tarafından öpülen ben ve öpüşmeye karşı Türkan Şoray prensibi geliştirmiş olan alt beynim, öpüşmemek için türlü bahaneler bulduk. ”Mikropludur öpüşme, dişi sarı öpüşme, komik gülüyor öpüşme, ağzı kokuyordur öpüşme” Bu sesler bir 10 yıl bende saplantı haline dönüştü neredeyse ağız görünce öpüleceğim sanmaya başlamıştım.Filmlerde öpüşen kızlara bakamıyordum bile. Sanki "halka" filmini izliyorum da erkeklerin ağzı kızın atıldığı kör kuyu gibi geliyordu, feci sarsıyordu beni.
Bu abartılı öpüşme fobimi son yıllarda tedavi etmeyi başardım.Öpüşmenin çikolata kadar tatlı ama ondan daha az zararlı olduğunu farkettim.Yanlız ufacık minicik bir kaç şartla öpüşebiliyorum.Öpüşülecek objenin (dudak ve tayfası) bol köpüklü macunla çitilenmesi, içine bolca mentollü bişeyler doldurulması "çok sağlıklıyım bildiğin gibi değil" sertifikasının cepte bulundurulması kaydıyla.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

BİLİNÇALTINIZI FOTOĞRAFLADIK (:





































BEN KÜÇÜK SAF KIZ!..



Acının ne olduğunu bilir misin?

Günün bilmediğin saatlerindeMidene kramplar girip doğruca lavaboya gidipDakikalarca kusmak nedir bilir misin?

Boş mideden ne çıkacağını düşünmek ister misin?

Hiçbir şey…

Sadece acı, hüzün ve biraz da olsa kırılganlık

Günlerce günde tek öğün yiyerek yaşamayı bilir misin?

Yemenin bile anlamsız olduğu günleri, anları,Artık öyle ki yemeğin bile zevkinin kaçtığınıBelli belirsiz aklına yaşananlar gelipGözyaşlarına boğulmak nedir sence?

Gözyaşlarını tutamayıp hıçkırıklara esir olmak ya da…Olmayacak şeylerin bir gün gelip de olduğunuVe ihanete uğramış gibi bir hisse kapıldığını hissettin mi hiç?

Kalbinin parçalanarak tutulamayacak zerreler olduğunu ya da…Gözlerinin gözyaşlarından artık kırmızı olarak kaldığını hayal ettin mi?

Ya günlerce uykusuz kalmak nasıldır sence?

Günün sadece 3-4 saati uyku uyuyabildiğinYorulduğunu hissettiğinde müzik eşliğinde uyumaya çalıştığınAma asla yapamadığın oldu mu…

Aynı müziği defalarca dinleyip ağladığın peki?

Şarkının sözleri sanki senin için yazılmış olduğunu anladığın vakit ya da…Hayalleri bırakıp gerçeğe döndüğün ama asla istemediğin biçimde olduğu zamanNe hissederdin?

Yapman gereken şeyleri yapamadığını,Devamlı aklın karışık biçimde yaşananlara takıldığınıBir türlü de bunları düşünmekten vazgeçemediğini bir düşün istersen?

Dostlarına yaşadığın duyguları aktaramadığını,Gecelerce ağladığını, uyku uyuyamadığını, yemek yiyemediğiniMorallerin en dibinde gezindiğini söyleyememeyi düşünebilir misin?

Bunların hepsini ben yaşıyorum şimdi,Söylemek gerekirse acı çekerek büyüyorsun hayatta,Oysa ben küçük saf kız olarak kalmayı ne çok isterdim…

GİTMEK ZOR DEĞİL KALMAK ACI VERİYOR




Akşam oluyor yine sessizce

Üzerime yığılıyor yine hüzünler

Beklemek acı geliyor bazen yüreğime

Sonunda ayrılıklar vakti gelmiş

Gitmek zor değil artıkKalmak acı veriyor...

Yalnızlığa göğüs germek kolaymış

Sonuna kadar savaşacak gücün varsa,

Gücüm tükendi artık gidiyorum

Ayrılıkların son durağından kalkan trene binip

Kimseye "elveda" demeden,

Çekip gidiyorum...

İstanbul'da



Yine akşam olurken İstanbul'da içim aydınlanıyodu, çünkü sen vardın karanlığı yırtan sevda türkülerinde. Seni düşündüm yokluğunda,aslında hiç yok olmadın içimde silüetin duruyor karşımda. Hayal etmekte güzeldi yokluğunda, sen aslında hep vardın bir şekilde bir yerlerde. Acı içinde olgunlaşırken yüreğin büyüyordu kendi içinde farkına bile varmadan. Ve yaş gelince 35'e ansızın karşılaştık sessizce. Seni tanıdım bir gelincik şafağında yasemenler içinde. Ansızın çıkageldim tüm güzelliğin ve samimiyetinle. Şaşırdım belki dilim tutuldu konuşamadım zaten istesemde konuşamazdım, yazmak farklı konuşmak farklıydı benim için. Sonsuza kadar sürmeyeceğini bildiğimiz bir rüzgarın içinde bulduk kendimizi. Olsun be güzelim sonsuza kadar ne sürdü ki.

EN GÜZEL AŞK HİKAYESİ...

Dunyanin, yasanmis en guzel ask hikayesi bu..
Ne Leyla diyecegim size ne de Mecnun, Ferhad, Romeo vs. vs..
En guzel ask hikayesi Efendimiz sallALLAHu aleyhi vesellem ile Hatice Validemiz'in hikayesidir..

Sanir misiniz ki Leyla ile Mecnun evlenseydi, ya da digerleri..Asklari dillere destan olur, gunumuze kadar ulasirdi? Hayir tabii ki! Belki bir kac sene sonra bitecekti..
Yasanmadigindan, kavusulmadigindan hep bunlar Ama siz bir bakin efendimizle, Hatice Validemiz'in askina icin! Bu, yasanmis hem de uzun yillar boyu yasanmis bir ask.. Ahla kissat hub fil alem Mekke fethinin ilk gunu, o karisiklik, o heyecan esnasinda Efendimiz yasli bir hanimla karsilasiyor, O'nun yanina gelmesini onlemek isteyenlere "Birakin" diyor gelsin.. Sirtindan abayasini cikarip, hanimin altina seriyor ve birlikte oturup 1 saat kadar sohbet ediyorlar.. Aise Validemiz merak ediyor ve sonrasinda; "Kimdi o? Neler konustunuz?" soruyor.. Cevaba bakar misiniz; " O, Hatice'nin arkadasi idi, eski gunleri yadettik" Hatice Validemiz vefat etmis, aradan yiiillar gecmis, vefayi, sevgiyi, ozlemi goruyor musunuz? Ve o hengamede.. Ve hatice Validemiz'e bakin; Yasi 55.. Efendimiz o sira Hira magarasinda, nubuvvetten evvel ibadette.. Her gun O en sevgili'ye yiyecek tasiyor! Her gun gidiyor ve O'nunla biraz oturuyor.. Hira Magarasini bilir misiniz siz? Ne kadar yuksektir ve cikmasi ne kadar zordur? Bugun gencler bile cikarken ter icinde kalirlar, cok yorulurlar.. Yasi 55 Hatice Validemizin ve her gun Habibini gormeye gidiyor! Yine bakiniz ki o asil hanima, Efendimiz'den daha yasli oldugu icin O'na ustune evlenmesini teklif ediyor! Dusunebiliyor musunuz? O'nu oylesine seviyor ki, sadece O'nu mutlu edecegini dusundugu icin "Evlen" diyor!Ama O, reddediyor, asla O'nu incitmek istemiyor.. Hanim'a bakin! Ve sevgisine.. Yine ilk vahiy geldiginde O'na nasil destek olduguna, yuregini, malini, canini nasil serdigine bakin.. Ve Efendimiz'in yuregindeki Hatice Validemizin yerini dusunun, cok hadislerde gecer.. Yine Validemiz'in vefatindan cok uzun yillar sonra kizkardesi Hale efendimiz'in evine gelir ve kapiyi calar.. Oylesine heyecanlanir ki O, kapiya kosar, eli ayagi dolasir.. "Neden" derler.. "Hatice'nin calisi bu" buyururlar..Ve "Sanirim Hale'dir gelen" derler..
En guzel Ask hikayesi budur! Yasanmis ama eskimemis, yepyenidir.. SallALLAHu aleyhi ve sellem.. Bizlerin muhterem Validemiz'den alacagi cok dersler var.. O'na, Onlar'a benzeyenlere selam olsun

PATMOS MAVİSİ (:



Bildiğiniz gibi, Patmos küçük bir Yunan adası. Ne zaman bir Yunan adası resmi görsem, orada olmak isterim. Temelli yaşamak için değil ama, uzunca bir süre yaşayabilmeyi isterdim doğrusu. Ya da keşke bir yazlığım olsa oralarda, fena olmazdı hani..


Bu bölgenin kendine özgü bir mavisi varmış(resimlerde aşık olmuştum). Bu renk, 50 yıl boyunca Ege güneşi görürse bu özel renge bürünüyormuş.İşte bu özel renge ‘Patmos mavisi’ denirmiş. Nasıl anlatayım bu rengi ben bilemiyorum. Uçuk gri-uçuk eflâtun- uçuk mavi karışımı bir şey(Pantone renk kataloğumu atmasaymışım keşke). O kadar yumuşak ve dinlendirici bir renk ki..


Evler her yıl zorunlu olarak beyaz kireçle boyanıyormuş. Ahşaplarda da işte bu renk devreye giriyor.Dün, biri Marmaris’e, diğeri Ayvalık’a yerleşen iki(kardeşler) çocukluk arkadaşım geldi sürpriz bir şekilde. Beni alıp taaa oralara götürdü O’nlarla geçirdiğim güzel saatler. Tekrar evimin hayallerini canlandırdı. Ev projesine ait klâsörü koydum önüme. Karıştırdım..Neler hazırlamışım neler.. Para dışında herşeyim hazırmış meğer.


En iyisi ben bu hafta sonu loto-toto-süper loto vs. ne varsa deneyeyim tekrar. Hem çıkarsa hiç saklanmam kimseden. Hemen gider alırım paramı, gazetelerde-televizyonlarda boy boy(bi de olsa bari..)resimlerim.. Varlığından bile haberdar olmadığım bir sürü akrabam bile çıksa ne gam!!
(çiçek mi? hayatım o benim. Deli miyim? biraz. Akıllı mıyım? biraz. Mutlu muyum? Çoook.)

1 Ağustos 2008 Cuma

''AŞKIM BENİ DE AŞTI''


Elimden gelenin en iyisini yapmaya hazırım,sadece geleceğimiz için!

Sensiz bir geleceğin ihtimalini vermiyorum artık,herşeye sil baştan başladım!

Yeniden senin üzerine şiirler yazılar yazıyorum çünkü sen AŞK'sın!

Hayat benim için sadece üç harfti 'AŞK' şimdi ise sadece dört harf...(sen)!

Limit doldu son vagondayım,tipki dalında kalmış son bi yaprak gibi sonbahara inat sarılıyorum hayata; sana sarıldığım gibi!

Şimdi o kolların boşta kalmasınsarılsın bana.
Eskiden tut elimi diyordum şimdi ise sarıl bana!

Bir köşede çöküp ağlıyorsam bilki senin için,işte....işte o zaman sarıl bana sarıl ki aşk kıskansın,sonbaharda sonbahara inat çiçek açıp yeşillenelim.Hiçbir kitapta yazmaz bu yazdıklarım hiçbir aşk tanrısı dile getiremez sevdamı;bakyine gözlerim ağlamaklı sevgimin bundsan başka kanıtı;kalbimin tercümanı dudaklarım...seni çoook seviyorum bebitommm! (: