16 Eylül 2008 Salı

Geçmişin Ağır Yükü



Bizi biz yapan geçmişimiz değil mi? Dünkü umutlarımız
hayal kırıklıklarımız, hatalarımız, yanılgılarımız, yaşadıklarımız, seçimlerimiz…
Geçmişte yaşadıklarımızla, öğrenmedik mi? Büyümedik mi? Yoksa siz geçmişe saplanıp da yerinde sayanlardan mısınız? Geçmişi sırtınıza alıp dağları tırmanmakta ısrar mı ediyorsunuz? Bilmiyorsunuz ki o ne ağır bir yüktür…
Her an ağırdır, attığınız her adımda en mutlu olabileceğiniz anlarda bile sizi aşağıya doğru çeker…
Bu yükü atmadığınız takdirde yaşamınız boyunca kendi kendinizi cezalandırdığınızın farkında mısınız?

Hava soğuduğunda camın üzerindeki buğuyu silmek ihtiyacı ile birlikte etrafı görmek istersiniz…
O buğuyu sildiğiniz anda buğu bitmiştir…
Geçmişte milyonlarca insan o buğuyu ortadan kaldırdığında huzur ve güven içinde hisseder kendini…
Aranızda ‘’Geçmiş benim’’ nasıl siler, ’’inkar ederim‘’diyenleriniz varsa, geçmişin size tek faydasının öğretmek olacağını söylemeliyim. Artık yaşadığınızı biliyorsunuz, olan oldu…
Belki de hiç yapmamanız gereken bir adım attınız…
Nasıl olur benim başıma nasıl gelir diye ya egonuzla birbirinizi kemirin yada omuzlarınız düşük, zavallı, korkak bir şekilde yaşayın…
Karar sizin…
Hayat sizin…
Geçmişinizin sizi bugünde bile karanlığa sürükleyip, gelecek adına güzel, umut dolu bakmanıza engel oluyorsa, neden ısrarla taşıyorsunuz? Nasıl yaptım, bir daha asla diye dönüp dolaşıp ayrı noktaya gelmek, sizi hırçın, insanlara düşman, mutsuz, cesaretsiz bir insan haline getirir.
Evet duyuyorum sesinizi…
Doğru, geçmişten ders almalı insan…
Dersinizi o anda alın…
Kendiniz için daha iyi olanı, düşündüklerinizi gerçekleştirmek için, daha bir kararlı, inançlı hareket edin, geleceği hedefleyin…
Belki öyle ağır bir hayatınız oldu ki, sillelerden defalarca nasibinizi alıp, kötü kaderinize yada şanssızlığınıza lanet okudunuz.
’’Ben çok şanssız bir insanım’’ diyenleri bir çocuğunuz duyuyorsunuz, peki şanssızlığınız değiştirmek için yeterli mücadeleyi yaptınız mı? Sabitlenip geçmişe takılı kalmanızı sizi mutluluğa, huzura götürmeyeceğini bilin…
Bugün yaşadığınız her dakikayı en güzelini oluşturmak için yaşayın, en olumsuz zamanları bile içinize sindirip yola devam edin….
Hiç bir şey aynı kalmıyor, dünde yaşadığınız acıya yada tatlı hatıralarla savunma mekanizmanızı oluşturup, kendi gerçekleri itiraf edemiyorsanız ömür boyu gergin, kör bir yaşam sürmeye mahkumsunuz.
Size sizden başka hiç kimse yardım edemez. Günahınızla, sevabınızla bu hayatı yaşamalı ve direnmek zorundasınız. Yüreğinizdeki gücü hissedin hala değiştirebileceğiniz bir şeyler var…
Çok mu yorgunsunuz artık? Geçmişin yükünü kararlılıkla atın hadi…
Hafiflemek, bugünü ve geleceği gülümseyerek karşılamak hakkınız…
Unutmayın, kaderini değiştirenler, Daima Geleceği Düşünen ve Hedefleyenlerdir…

18 Ağustos 2008 Pazartesi

BİR DİRHEM UMUDA BİR GÜL KAFİ...

“ Gökyüzüne resim çizmek peşinde değilim Gayretim bir dirhem umuda naif gülüşü nakşedebilmek…”
Bilmediğim bir şehrin sabahından yazıyorum bu satırları. Bana yabancı bir öykünün doğuşuna tanıklık ediyorum. Üşüyorum nem kapmış duvar misali. Sesini arıyorum kulağımın derinliklerinde. Sessizliğime çağırıyorum tüm martıları. Aldırma / aldanma sadece martıları çağırdığıma. Asıl ben seni diliyorum kuru avuçlarıma. Susuzluğumun kanayan yüzüne sen koş. Aldırma giydiğin ayakkabılara. Koş sadece. Nefesin de tıkansın biraz. İstediğim kadar değil, hissettiğin kadar yaklaş bana. Bilirsin senden önce üryan’lığımı örtecek bir cümle bulamamıştı dudaklarım. Kapat dudaklarıma sözlerini. Gayri dudaklarımdan çıkacak tek söz; adının baş harfi olsun..
Ey gülüşlerinde “ yüreğimi “ demlendiğim saadet,
Huzura arala kapılarını. Bulutsuzluğuna aldırmadan gökyüzüne çevir başını. Münkir gelme gövdenin taşıdığı büyük sevdaya. Uzaklığımıza bir de sen bir mesafe koyma. Nerde olduğumu unut, bir adım gölgenden takip ediyorum seni. Köklerindeyim, tutuştur yalnızlık cümlelerini. Unuttun mu, yüzümün çizgilerine gizlenmiş tebessüm tanelerini sen buldun. Yol bilmez sanılan sevdanın Cennete giden yolu gözlerime inşirah eden sen değil misin sevgili ? Sığlığıma, ıssızlığıma aldırma sen.Sığlığıma genişlik veren duam sensin, ıssızlığıma vücut bulan da. Suskunluğuma bakıp dudaklarını bükme, kuru topraklarıma bakıp boynunu çevirme hazana..Kuraklığıma umut işleyen de sensin, suskunluğuma 29 harfi hediye eyleyen de…
Gözlerimdeki huzurun tek sahibi,
Elif bereketindeki yarınlarımın tek varisi,
Bize ne bir sevda vaat edildi ne de bir mucize hediye edildi. Biz karanlıktayız. Üzerimiz açık. Ellerimiz hazan kokar. Ama birbirimizin tebessümlerinde isteriz Cenneti. Gövdemizin toprakta kapladığı gölge kadar cümle oluruz sevda lugatinde. Şimdi sevme zamanı. Tüm martılar açtır şimdi. Yüzümde belirginleşen tebessüm çizgileriyle doyuralım tüm martıları. Bulutsuzluktan şikayet eden toprağa uzatalım gözlerimizde birikmiş ıslaklığı. Kısır cümleleri işgal etsin içimizdeki gönül zenginliği. Susuzluktan çatlamış yangınlara koşuşturalım dudaklarımızı. Diş geçiremediğimiz zamana not düşülsün imkansızlığımız. Birbirimizden bihaber yaşarken istiflediğimiz hüzünlere inat biz tebessümün güzelliğinde bir umut ekelim gül kokusunda.
Ey sevgili,
Satırlarımın dağınıklığını hoşgör. Bilmediğim bir sabahın avcunda kanattım ellerimdeki mürekkebinin dilsizliğini. Sana yazmaya aç’tım. Tebessümün satırlarda inkişafına vuruldum. Yazan ben, yazdıran sen..
Özlediğim, dilediğim bir sevdanın anlamı, Yaşadığım, nefes aldığım bir hayatın başkahramanı, Umutlandığım yarınların tek güzel yanı
Unutma ki;
Bir dirhem “ can’a “ bir ” umut “ miktarı “ gül “ kafi.
Beni “ ben “ yapan kadın…
Seni seviyorum

Ayrılık!

Sen gittin.. Bir zifiri karanlık, bir zından yalnızlığı, ağır bir boşluk bıraktın geride. Gittin ve dönmeyeceksin bir daha. Haklısın gidişinde, bu aşkı bitirmekte haklısın. Tek söz söyleyemedim. Yüzüne bakamadım. Karşında ağlamadım. Eridim, tükendim, bittim. Sonsuzlukta bir insan nasıl olur.. sesi soluğu nasıl duyulur? Elveda aşkım.. Elveda sevgilim. Sen kendini hiç böyle gereksiz, böyle değersiz, böyle yapayalnız hissettin mi? Ayrılık ölüm kadar acı ve soğuk.Aynalara bakıyorum. Aynada gördüğüm ben değilim. Gözlerim cehennem ateşi.. dudaklarım mühürlenmiş. Ellerim titriyor. Yüreğim kızgın demirlerle dağlandı. Yokluğunun bedeli çok ağır sevgilim. Sevinçlerim, hayallerim, umutlarım, renkli dünyam elveda.. Elveda yaşamak.. Yaşamın anlamı elveda. Kimse farkında değil yokluğunun. Sensiz ne hallerde olduğumu kimse bilmiyor. Anlamıyor yitip giden bir aşkın kederini. Düne kadar en yücesini yaşadım mutluluğun, ayaklarımın altından kayıp gidiyordu toprak, denizlerin ovaların üstünde uçuyordum. Güneş kadar yakındı bana aşk. Güneş kadar sıcak ve parlak. Bıraktın birdenbire, kanatlarım kesildi. Hızla çakıldım yere, boşluğun içindeyim, şimdi hiçbir şeyim.Oysa dünyanın en zenginiydim. Bütün çiçekler bizim için açardı, bizim için ballanırdı meyveler, ekinler bizim için bereketli, sular bizim için çağlardı. Şimdi toz duman içinde kızgın bir çöldeyim. Yönümü yolumu şaşırdım. Sam rüzgarlarına bıraktım gövdemi, sürüklenmekteyim. Sen bensiz nasılsın, bilmiyorum. Rahat mısın, mutlu musun, bu kadar çabuk beni unutur musun?.. Nasıl birden mazi olursun? Düne kadar gözlerinden aşkı içtiğim, dudaklarında yüreğimi erittiğim, uğruna bıçaklar çekip dünyaya meydan okuduğum ey sevgili nerdesin? Kimlesin?.. kimlerlesin?.. Kimlerle oynaşır gönül eğlersin? Ben burada, terk edip gittiğin yerdeyim.
Elveda aşkım.. Elveda birtanem.. Elveda sevgilim! Elveda sana...

15 Ağustos 2008 Cuma

Usulca!


Gözlerinin harelerine özlemlerimi gömdüm,

Gülüşünün kıyısına umutlarımı tutturdum,

Teninin kokusuna tutkularımı bağladım,

Yüreğinin gölgesine sindim usulca...

YALAN!

Hani hayatının üstüne kurmuştununuttun mu
kaç zaman peşinden koşmuştum
yalan nedir bilmeyen dudakların
şimdigerçeği söylemekten korkuyor sanki
kim derdiki yüreğin benden kopupta başkasına gidecek
dur diyecek gücüm olsa bile
nefretim buna karşı gelecek
yaşantımın geri kalanında yerin olmadığını düşünüyorum
o halde bu kötü gidişata bende dur diyorum
için kanarmı canın yanarmı bunuda bilmiyorum
birazcık hakkım varsa helal etmiyorum!

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Canım Acıyor!..

Bu sana canımdan, kanımdan ve kalbimden koparak yazılacak son mektup...
Her satırı sen kokucak, senin kara gözlerine bakarak yazacağım bu son mektubumu...
Nedenmi son?..
Sen sormasanda ben soruyorum kendime...
Aslında bu mektup belki sana son... Bana baslangıç olacak...
Acıların kucağına atacağım kendimi...
Izdırabı dost edineceğim kendime ... Göz yaşını kardeş ...
Tek senin yerine hiç bir şey koymayacağım...
Tek senin yerin boş kalacak...
Ben bende oldugum surece bu böyle devam edecek...
Senin sesisini duyduğum ilk anı düşünüyorum şuan..
Yüzüm gülüyor ama gözlerim doldu...

Sanki bir sevda masalıydı ayrılıkla son bulan...Sana bütün bunları neden mi anlatıyorum...Ümitsizliğe kapıldım...Her gün bir defa daha ölüyorum...Düşünüyorumda nerede hata yaptım...Ne yaptım Yaradana... Tüm bu acıları hak edecek... Koparılmış bir gül gibiyim şimdi...
SOLMAYA ve ÖLMEYE MAHKUM....

Senden üç şey bende kalsın anılarımız hayellerimiz ve sadece bende olsada sevgim...
BU SANA SON MEKTUBUM...
Dikkat et kendine sakın hasta olma yaz geldi sen sıkca hastalanırsın o yüzden yinede üzerine sık giy, kilona dikkat et zayıflama kilo al gerçekten sana kilo almak yakışıyor benim düşüncem gereksiz olsada artık sadece bir insan olarak tavsiyem sana, Her zaman hep gül çünkü sana gülmekte çok yakışıyor...

Ve sana son tavsiyem hiç bir dediğimi yapmasanda bunu yap......

GÜÇLÜ OL...

BUNUDA UNUTMA...

UZAKLARDA ÇOK UZAKLARDA SENİ GERÇEKTEN SEVEN BİRİ VAR, VAR OLACAK VE YOK OLACAK AMA SENİ UNUTMAYACAK...

BİTTİM!..

Birazdan "buraya kadar" olduğunu fark edeceksin.
Eski evimin duvarlarındaki
Bir çatlakla sıkıştırıp anıları...
Çekip perdeleri, çarpıp kapıları
İhanetini köhne bir evde
Cezalandırmak olacak son yapabildiğim ki,...
Yüzüne dünyamın kapılarını kapayışım bu.
Ölümü kahpe bir yüreğin seven bir yürekte ki,
Yok pahasına satılacak senli zamanlar,
Hiç olup kalacaksın,

Az sonra...
Ben gidince...

....Sen biteceksin

... Birazdan, buraya kadar vukuatım olacaksın bu yolda.
Kalan ayak izlerimi yiğitce yağmurlarla silip arkamdan,
Patiska misali mendil yapıp fersudeliğimi,
Duvarlarda yüzümü eskiterek,
Gitmek olacak son bırakabildiğim ki,.
Bu kent, bu dört duvarlar
Çoğaltmayacak artık hüzünleri,
Yansıtmayacak aynaların gözü yıkılmışlığımı,
Dudak ısırığımı ki,.
Kızıl damlalarda görülesi
Hiçbir şey kalmayacak yaptığına dair...

Az sonra...
Ben gidince...

.....Sen biteceksin...

Çünkü!
Göz tanıklık edemeyecek kadar dolu,
Yara tedavi edilemeyecek kadar derin,
Dil şaşılası kadar şaşkın..

Ve,..

Sen aşkım!

Az önce,..

Battın......

8 Ağustos 2008 Cuma

TILSIM


Yaşar gibi yapıyorsun hep, orada olmadığın zamanları özlemiyor değilim, kaçar gibi yapıyorsun sonra. Tutunuyorum içimdeki denizlerde yüzen kağıttan gemilere. Bir sağımda, bir solumda, yakınlarımda olman gerekirken sen, şimdi sen çok uzaklarda… Yankılar gibi beni...
Bakar gibi yapıyorum ben de, sana. Gözlerimin içine düşüp yargılıyorsun beni, gözlerimden kaçarak sığınıyorsun kuytu köşelerine gizinin. Yorulunca gidip ülkenin tüm çocuklarına sarılıveriyorsun. Sever gibi yapıyorsun hepsini. Ama sevmiyorsun. Ne onları inandırabiliyorsun ne beni. İnanmış gibi yapıyoruz biz de. İşte sahne işte perde birazdan inecek olan. Oyun gibi sanki, oynuyoruz.
Geceyi çabuk tüketiyoruz ikimiz, gün başlamadan daha, yaz gelmeden, son baharı bekler buluyoruz birbirimizi. Bazen sen aşk oluyorsun bana, bazen ben sende buluyorum kendimi. Ardından yazılan mektuplara dönüşüyor yaşananlar. Arzular dökülüyor kalemlerden kağıda. Postacılar bilmese içinde yazılanları, zarfları açmadan hissetmeseler yaşadıklarımızı, bu mektuplar sana gelmez, bana ulaşmaz olurlar biliyorsun. Demek ki onlarda yaşıyorlar bunu. Seviliyorlar bazen, belki seviyorlar. Yoksa nasıl bulabilirler posta kutularımızın yolunu?
Ama işte hep gecikmeli geliyor yaşam adreslerimize. Hep gecikiyor bize gelen birileri. Yada biz daha başlamadan hayata, geçip gitmiş oluyorlar yakınımızdan. Ya öyle yapıyoruz olması gerekeni, yada böyle. Oysa doğruları var değil mi yaşamın, genelin özele sundukları var. Belirgin net, espasları az, toleransı dar, ama var işte. Annemizin karnından ters çıkmamız gibi, onlara da uyuyor gibi yapıyoruz, uymuyoruz biz. Boş verip dalıyoruz düşlere, Uyuyor gibi yapıyoruz yine, bu sefer olur gibi oluyor. Olmuyor.
Ama doğrusu bu. Uyanıkken yaşamak, gece yatıp düş görmek ve sonrasında uyanıp, bunları hafızadan hemen silmek. Olması gereken bu. Derhal bir yerlere yetişip, gün boyu dağıtılan olanakların peşinde olmak. Doğru tam olarak bu. Ama yanlış bizleriz. Yanlış uyuyoruz bir kere, zamanı kaçırıyoruz. Bizden hariç kim varsa o anda bulunduğumuz coğrafyada, onlar güne veya kahvaltıya başlarken, biz geceye, uykuya koşuyoruz. Biz kahvaltı ederken de onlar olanakların tamamını toplayıp huzurlu bir “mışıllığa” kaptırıyorlar düşlerini. E geriye bir şey kalmamış oluyor haliyle. Basıyoruz yaygarayı. Bu ailenin küskün çocukları bizleriz. Darılanı, kavgadaki dövüşmeyeni, oyundaki mızıkçısı, topa sahip olup oynatmayanı da biziz, topu çalıp kaçanda sahipsiz bir evin bahçesinden. Ebeveynden gelecek dayağa da hazırız akşama doğru yönelirken eve. Huzursuzuz. Mutsuz ve kırılganız. Yanlış zamanda, doğru olan kişileri sevende biziz aslında. Bilir gibi yapıyorlar ama, bilmiyorlar işte.
Hepimizin teninde yabancı eller oluyor, aklımız hep bir diğer sevdalarda yitirirken kendini. Dokunan hep başkası oluyor bedenlerimize kaygılı elleriyle, biz bir başkasında saklamışken aklımızı, doluveriyor içimize kirleri, acıları ve eskitilmiş eşyalar. Hiçlerimizi dolduruyorlar boş yere. Ardından sevdalarımıza küsüp, birkaç hayatı tüketiyoruz hızla, peşimizden gelenler yoruluyor, önümüzden gidenler kaçışıyor sağa sola. Dalgalarımızla dostluğa vuruyoruz bedenlerimizi, yitip gidince o hırs. Avunuyoruz.
İçinde bulunduğumuz sokağın, çitlerle sahiplenilip çevrelenmiş, bahçelerine bakıyoruz sıkça, bir yerlere gidip gelirken. Bir pencereden siluetini görüyoruz senin, en değerli varlığımız olacakken sen, birden birileri giriyor odana, kapatıyor perdelerini pencerenin. Pencere anlamını yitiriyor o an, bakar gibi oluyoruz camlara, yansır gibi oluyoruz sokak lambalarından caddeye, gölge oluyoruz isimsiz, içimizde yitiriyoruz seni, ağlar gibi oluyoruz halimize, kaçar gibi yapıyoruz o sokaktan. Yine küsüyoruz olan bitene, çekilip köşelerimize “oynamıyorum işte ben” diyoruz hırçınlıkla. Bir büyüyüp bir küçülüyoruz oyunlar değişirken. Çalınan misketlerin ardından anlamsızca. Kendi vurduğumuzu kendimiz duymuyoruz hiç.
Acaba biz büyümüş mü oluyoruz bu durumda, yoksa içimizde kalan hep bir çocuk mu?
Doğar gibi oluyorsun içimde bazen. İşte o zaman koşup içimdeki aydınlığı tutuşturuyorum yeniden, tılsımı oluyorum düşlerinin. Gelip yatağının başına, dizlerimin üzerine çöküp, hikayeler anlatıyorum sana. Kapalı gözlerinin ardında olup bitenlerin şiir olmasını rica ediyorum düş tanrısından. Bir çiçek olsun diyorum kokladığı şimdi. Bir tomurcuk açar ya içinde. Öyle açsın diyorum uyanırken. Öpücükler içinde sallıyorum seni. Büyütüyorum ellerimle okşayıp. Tenine dokunmasın diye gece, tılsımı oluyorum ben karanlığın, büyüsü oluyorum ay ışığının. Titreyip iç çekiyorum yanı başında. Bir uyur bir uyanık oluyorum beklerken seni. Sen gelirsin diye, işaretler veriyorum uzaklardan. Yol boyunca yürürken ürkmeyesin diye sanrılarından, Tılsımın oluyorum senin yeniden. Bir büyü gibi bazen, bir yazılıp bir okunuyor, bir bozulup bir dokunuyorum sürekli.
Yeni gibi oluyorsun her gelişinde bana, bende sana yenilen oluyorum haliyle.

Yorgunum!..

sessizliğini dinledim uzun süre. düşündüm taşındım, çözümünü bulamadım. yüzün geliyor gözlerimin önüne. gözlerinde boğuluyorum. özlemek neden bu kadar yorar insanı? yorgunum… konuştuklarım incir çekirdeğine yetmiyor. çünkü ben avazım çıktığı kadar susuyorum. yaşananların üzerini örtecek kadar şeffaf bir kelimemde yok üstelik. bu aralar kendime hep suçüstüyüm. ıslah olmaz bir özlemim ve korkak bir mantığım var. sana bişeyler söylemek, bu suçsuzlukların ortasında birini suçlu bulmak istiyorum. ama kimi sanık kürsüsüne oturtup, kimi yaşananlara tanık yapıp, kimin kalemini kime kırdıracağımki? cevapsız sorulara bir yenisini eklemekten başka bir şey yapamıyorum. bu bilinmezelerin ortasında senin gerçekte neyin olduğumu öğrenmeye çalışıyorum hala!


şimdi söyle bana. bir kalbe kaç sevgi sığar? ya da bir aşka kaç aşk?

7 Ağustos 2008 Perşembe

ÖP BENI!..

İlk öpüşme fobisi Cevriye teyze ile başladı, her gördüğü yerde “Hiiii teyzesi gurban olsun, onyedi benli Şaziyemm şlapp şapırt şulup” diye henüz 13 senedir hayatta olan gıcır yanaklarıma öpücük kondururdu-Bu arada ne adım Şaziye nede 17 tane benim var- ki zaten 17 tane demesi için tek tek saymış olması gerekir buda vuku bulmadığına göre kafadan atıyor veya sevdiği bir türkünün sözleri.

O’nun beni öpmesinden hoşlandığım fikrine nerden kapıldığını bilmiyorum,oysa ben, o öper öpmez hırsla yüzümü siler, çamaşır suyuyla derinlemesine temizler ve parlatırdım. Maalesef yıllar boyunca da bu korkunç ızdıraba katlanmak zorunda kaldım. Bir gün eşyalarını kamyona yükleyip taşınıp gittiler, son bir hamleyle tükürüğünü yanağıma yapıştırdıktan sonra tabii.
Daha sonra; beni Alamanya'daki oğluna beğenen , gözümün hiç tutmadığı Ahmet enişte (kendisi annemin halasının kocasının kuzeni ) bu geleneği sürdürdü. Evimize haftada bir gelir ben gelene kadar defolup gitmez, görür görmezde “Gelinimmm gelinim, gel seni bi öpem o bal yanağından şapalap foşşş ohşş” diye yüzüme kusar gibi öperdi. Öve öve bitiremediği oğlundan çok kendisi beni beğeniyor gibiydi.(muhterem eniştemiz bir kaç yıl önce 1 kadına tecavüzden hapse tıkıldı )
Tahmin edileceği gibi ondan nefret ediyordum.Annemle en az 567 kere bu sapık akrabası yüzünden tartışmak zorunda kaldım ama geleneksel kurallar gereği öpmek, hele oğluna alacağı kızı öpmek (öpen adamın cüzdanına göre değişir) sapıklık kategorisine girmiyordu.Vücudunda dövme yapılmamış bir santim boş yer olmayan oğlu, esrar çekip tanışmaya gelince bu kabusuma da nokta konmuş oldu. Annem; sapık akrabasının salyalı öpücüklerine kılını kıpırdatmazken, damadı olmasını hayal ettiği genci bu halde görünce kaplan kesilmiş ve tüm bağları bir celsede koparmıştı. Bir daha evimizin civarından bile geçemediler.(aslında çocuk hoştu tekrar düşünmeliydik)
Büyüdükçe aşk meşk olayının öpüşmeden olmayacağını anlayınca, kendimle büyük bir mücadeleye başladım.Yıllarca talihsiz bir şekilde akraba amcalar, komşu teyzeler,kurban olurumcular,kölen olurumcular, gız ne şekersinciler tarafından öpülen ben ve öpüşmeye karşı Türkan Şoray prensibi geliştirmiş olan alt beynim, öpüşmemek için türlü bahaneler bulduk. ”Mikropludur öpüşme, dişi sarı öpüşme, komik gülüyor öpüşme, ağzı kokuyordur öpüşme” Bu sesler bir 10 yıl bende saplantı haline dönüştü neredeyse ağız görünce öpüleceğim sanmaya başlamıştım.Filmlerde öpüşen kızlara bakamıyordum bile. Sanki "halka" filmini izliyorum da erkeklerin ağzı kızın atıldığı kör kuyu gibi geliyordu, feci sarsıyordu beni.
Bu abartılı öpüşme fobimi son yıllarda tedavi etmeyi başardım.Öpüşmenin çikolata kadar tatlı ama ondan daha az zararlı olduğunu farkettim.Yanlız ufacık minicik bir kaç şartla öpüşebiliyorum.Öpüşülecek objenin (dudak ve tayfası) bol köpüklü macunla çitilenmesi, içine bolca mentollü bişeyler doldurulması "çok sağlıklıyım bildiğin gibi değil" sertifikasının cepte bulundurulması kaydıyla.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

BİLİNÇALTINIZI FOTOĞRAFLADIK (:





































BEN KÜÇÜK SAF KIZ!..



Acının ne olduğunu bilir misin?

Günün bilmediğin saatlerindeMidene kramplar girip doğruca lavaboya gidipDakikalarca kusmak nedir bilir misin?

Boş mideden ne çıkacağını düşünmek ister misin?

Hiçbir şey…

Sadece acı, hüzün ve biraz da olsa kırılganlık

Günlerce günde tek öğün yiyerek yaşamayı bilir misin?

Yemenin bile anlamsız olduğu günleri, anları,Artık öyle ki yemeğin bile zevkinin kaçtığınıBelli belirsiz aklına yaşananlar gelipGözyaşlarına boğulmak nedir sence?

Gözyaşlarını tutamayıp hıçkırıklara esir olmak ya da…Olmayacak şeylerin bir gün gelip de olduğunuVe ihanete uğramış gibi bir hisse kapıldığını hissettin mi hiç?

Kalbinin parçalanarak tutulamayacak zerreler olduğunu ya da…Gözlerinin gözyaşlarından artık kırmızı olarak kaldığını hayal ettin mi?

Ya günlerce uykusuz kalmak nasıldır sence?

Günün sadece 3-4 saati uyku uyuyabildiğinYorulduğunu hissettiğinde müzik eşliğinde uyumaya çalıştığınAma asla yapamadığın oldu mu…

Aynı müziği defalarca dinleyip ağladığın peki?

Şarkının sözleri sanki senin için yazılmış olduğunu anladığın vakit ya da…Hayalleri bırakıp gerçeğe döndüğün ama asla istemediğin biçimde olduğu zamanNe hissederdin?

Yapman gereken şeyleri yapamadığını,Devamlı aklın karışık biçimde yaşananlara takıldığınıBir türlü de bunları düşünmekten vazgeçemediğini bir düşün istersen?

Dostlarına yaşadığın duyguları aktaramadığını,Gecelerce ağladığını, uyku uyuyamadığını, yemek yiyemediğiniMorallerin en dibinde gezindiğini söyleyememeyi düşünebilir misin?

Bunların hepsini ben yaşıyorum şimdi,Söylemek gerekirse acı çekerek büyüyorsun hayatta,Oysa ben küçük saf kız olarak kalmayı ne çok isterdim…

GİTMEK ZOR DEĞİL KALMAK ACI VERİYOR




Akşam oluyor yine sessizce

Üzerime yığılıyor yine hüzünler

Beklemek acı geliyor bazen yüreğime

Sonunda ayrılıklar vakti gelmiş

Gitmek zor değil artıkKalmak acı veriyor...

Yalnızlığa göğüs germek kolaymış

Sonuna kadar savaşacak gücün varsa,

Gücüm tükendi artık gidiyorum

Ayrılıkların son durağından kalkan trene binip

Kimseye "elveda" demeden,

Çekip gidiyorum...

İstanbul'da



Yine akşam olurken İstanbul'da içim aydınlanıyodu, çünkü sen vardın karanlığı yırtan sevda türkülerinde. Seni düşündüm yokluğunda,aslında hiç yok olmadın içimde silüetin duruyor karşımda. Hayal etmekte güzeldi yokluğunda, sen aslında hep vardın bir şekilde bir yerlerde. Acı içinde olgunlaşırken yüreğin büyüyordu kendi içinde farkına bile varmadan. Ve yaş gelince 35'e ansızın karşılaştık sessizce. Seni tanıdım bir gelincik şafağında yasemenler içinde. Ansızın çıkageldim tüm güzelliğin ve samimiyetinle. Şaşırdım belki dilim tutuldu konuşamadım zaten istesemde konuşamazdım, yazmak farklı konuşmak farklıydı benim için. Sonsuza kadar sürmeyeceğini bildiğimiz bir rüzgarın içinde bulduk kendimizi. Olsun be güzelim sonsuza kadar ne sürdü ki.

EN GÜZEL AŞK HİKAYESİ...

Dunyanin, yasanmis en guzel ask hikayesi bu..
Ne Leyla diyecegim size ne de Mecnun, Ferhad, Romeo vs. vs..
En guzel ask hikayesi Efendimiz sallALLAHu aleyhi vesellem ile Hatice Validemiz'in hikayesidir..

Sanir misiniz ki Leyla ile Mecnun evlenseydi, ya da digerleri..Asklari dillere destan olur, gunumuze kadar ulasirdi? Hayir tabii ki! Belki bir kac sene sonra bitecekti..
Yasanmadigindan, kavusulmadigindan hep bunlar Ama siz bir bakin efendimizle, Hatice Validemiz'in askina icin! Bu, yasanmis hem de uzun yillar boyu yasanmis bir ask.. Ahla kissat hub fil alem Mekke fethinin ilk gunu, o karisiklik, o heyecan esnasinda Efendimiz yasli bir hanimla karsilasiyor, O'nun yanina gelmesini onlemek isteyenlere "Birakin" diyor gelsin.. Sirtindan abayasini cikarip, hanimin altina seriyor ve birlikte oturup 1 saat kadar sohbet ediyorlar.. Aise Validemiz merak ediyor ve sonrasinda; "Kimdi o? Neler konustunuz?" soruyor.. Cevaba bakar misiniz; " O, Hatice'nin arkadasi idi, eski gunleri yadettik" Hatice Validemiz vefat etmis, aradan yiiillar gecmis, vefayi, sevgiyi, ozlemi goruyor musunuz? Ve o hengamede.. Ve hatice Validemiz'e bakin; Yasi 55.. Efendimiz o sira Hira magarasinda, nubuvvetten evvel ibadette.. Her gun O en sevgili'ye yiyecek tasiyor! Her gun gidiyor ve O'nunla biraz oturuyor.. Hira Magarasini bilir misiniz siz? Ne kadar yuksektir ve cikmasi ne kadar zordur? Bugun gencler bile cikarken ter icinde kalirlar, cok yorulurlar.. Yasi 55 Hatice Validemizin ve her gun Habibini gormeye gidiyor! Yine bakiniz ki o asil hanima, Efendimiz'den daha yasli oldugu icin O'na ustune evlenmesini teklif ediyor! Dusunebiliyor musunuz? O'nu oylesine seviyor ki, sadece O'nu mutlu edecegini dusundugu icin "Evlen" diyor!Ama O, reddediyor, asla O'nu incitmek istemiyor.. Hanim'a bakin! Ve sevgisine.. Yine ilk vahiy geldiginde O'na nasil destek olduguna, yuregini, malini, canini nasil serdigine bakin.. Ve Efendimiz'in yuregindeki Hatice Validemizin yerini dusunun, cok hadislerde gecer.. Yine Validemiz'in vefatindan cok uzun yillar sonra kizkardesi Hale efendimiz'in evine gelir ve kapiyi calar.. Oylesine heyecanlanir ki O, kapiya kosar, eli ayagi dolasir.. "Neden" derler.. "Hatice'nin calisi bu" buyururlar..Ve "Sanirim Hale'dir gelen" derler..
En guzel Ask hikayesi budur! Yasanmis ama eskimemis, yepyenidir.. SallALLAHu aleyhi ve sellem.. Bizlerin muhterem Validemiz'den alacagi cok dersler var.. O'na, Onlar'a benzeyenlere selam olsun

PATMOS MAVİSİ (:



Bildiğiniz gibi, Patmos küçük bir Yunan adası. Ne zaman bir Yunan adası resmi görsem, orada olmak isterim. Temelli yaşamak için değil ama, uzunca bir süre yaşayabilmeyi isterdim doğrusu. Ya da keşke bir yazlığım olsa oralarda, fena olmazdı hani..


Bu bölgenin kendine özgü bir mavisi varmış(resimlerde aşık olmuştum). Bu renk, 50 yıl boyunca Ege güneşi görürse bu özel renge bürünüyormuş.İşte bu özel renge ‘Patmos mavisi’ denirmiş. Nasıl anlatayım bu rengi ben bilemiyorum. Uçuk gri-uçuk eflâtun- uçuk mavi karışımı bir şey(Pantone renk kataloğumu atmasaymışım keşke). O kadar yumuşak ve dinlendirici bir renk ki..


Evler her yıl zorunlu olarak beyaz kireçle boyanıyormuş. Ahşaplarda da işte bu renk devreye giriyor.Dün, biri Marmaris’e, diğeri Ayvalık’a yerleşen iki(kardeşler) çocukluk arkadaşım geldi sürpriz bir şekilde. Beni alıp taaa oralara götürdü O’nlarla geçirdiğim güzel saatler. Tekrar evimin hayallerini canlandırdı. Ev projesine ait klâsörü koydum önüme. Karıştırdım..Neler hazırlamışım neler.. Para dışında herşeyim hazırmış meğer.


En iyisi ben bu hafta sonu loto-toto-süper loto vs. ne varsa deneyeyim tekrar. Hem çıkarsa hiç saklanmam kimseden. Hemen gider alırım paramı, gazetelerde-televizyonlarda boy boy(bi de olsa bari..)resimlerim.. Varlığından bile haberdar olmadığım bir sürü akrabam bile çıksa ne gam!!
(çiçek mi? hayatım o benim. Deli miyim? biraz. Akıllı mıyım? biraz. Mutlu muyum? Çoook.)

1 Ağustos 2008 Cuma

''AŞKIM BENİ DE AŞTI''


Elimden gelenin en iyisini yapmaya hazırım,sadece geleceğimiz için!

Sensiz bir geleceğin ihtimalini vermiyorum artık,herşeye sil baştan başladım!

Yeniden senin üzerine şiirler yazılar yazıyorum çünkü sen AŞK'sın!

Hayat benim için sadece üç harfti 'AŞK' şimdi ise sadece dört harf...(sen)!

Limit doldu son vagondayım,tipki dalında kalmış son bi yaprak gibi sonbahara inat sarılıyorum hayata; sana sarıldığım gibi!

Şimdi o kolların boşta kalmasınsarılsın bana.
Eskiden tut elimi diyordum şimdi ise sarıl bana!

Bir köşede çöküp ağlıyorsam bilki senin için,işte....işte o zaman sarıl bana sarıl ki aşk kıskansın,sonbaharda sonbahara inat çiçek açıp yeşillenelim.Hiçbir kitapta yazmaz bu yazdıklarım hiçbir aşk tanrısı dile getiremez sevdamı;bakyine gözlerim ağlamaklı sevgimin bundsan başka kanıtı;kalbimin tercümanı dudaklarım...seni çoook seviyorum bebitommm! (:

27 Temmuz 2008 Pazar

AŞK ÜZERİNE 2 :)




Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.


Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.


Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.


Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....


Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...


Hayatı ıskalamaya lüksün yok senin.....

AŞK ÜZERİNE (:



Seninle yaşlanmak istiyorum. Seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyim istiyorum. Benim olduğu kadar dostlarının, dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum. Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.

Yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı. Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız. Sen çok dertlenip, içip, arkadaşlarınla eve gelmelisin. Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız. Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim. Güzel günlerimizi, evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız. Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek… Böylece yaşamalıyız işte.
Sonra çocuğumuz olmalı, düşünsene, senin ve benim olan bir canlı. Geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız. Sen arada mızıkçılık yapmalısın. Ve ben söylenerek sıranı almalıyım. Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım, söylenerek yumurta kırmalısın. Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.
Zaman su gibi akıp giderken, her şey yaşanmış bir hayatımız olmalı. Her şeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden. Mutlu da olsa, kötü de olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı. Saçlara düşünce aklar ya da gidince aklar, çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden. Kavgasız, her sabah gürültüyle uyanılmayan, sessiz bir yere gitmeliyiz.Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız. Eve gelip, benden kahve istemelisin. Çocuklar gelmeli ziyaretimize, geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız…
Öyle sevmelisin ki beni, bu yazdıklarım korkutmamalı seni. Tebessümler açtırmalı yüzünde. Bir gün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı yüzümüzde, birbirimizi sevmenin gururu olmalı \”her şeyde\”.

SAĞLIĞIMIZ İÇİN KOLA İÇMEYELİM!


Dikkatle okunmasını tavsiye ediyorum. Büyük olasılıkla az sonra okuyacağınız birçok şeyi siz daha önceden biliyordunuz (!) Ya da bilmeyenler “hadi canım saçma" diyeceklerdir.

Eğer öyle olduğunu düşünüyorsanız, burada anlatılanlara inanmadıysanız denemesi bir cola parasıdır. Yani bir kutu Coca Cola veya Pepsi veya Cola Turka yeterli Gelelim bunlarla ne gibi pratik işler yapabileceğinize;


TUVALETİ TEMİZLEMEK İÇİN: Bir kutu kolayı klozetin içine dökünüz. Bir saat kadar bekleyiniz ve sifonu çekiniz. Koladaki sitrik asit hela taşındaki lekeleri yok edecektir.


CROM TAMPONLARDAKI PAS LEKELERINI YOK ETMEK İÇİN: Arabanın tamponunu Coca Cola''ya batırılmış bir sigara paketinin içindeki alüminyum folyosuyla iyice ovunuz. Tertemiz olacaktır.


AKÜ KUTUP BAŞLARINDA ÇAPAĞI TEMİZLEMEK İÇİN: Bir kutu kolayı kutup başlarına dökün ve bütün çapak yok olsun.


PASLANMIŞ BİR CiVATAYI SÖKMEK İÇİN: Coca-Colaya batırılmış bir bezi bir kaç dakika paslı cıvataya uygulayınız. Bir kaç dakika sonra rahatlıkla dönecek ve çıkacaktır.


ELBİSENİZDEKİ YAĞ LEKESİNİ ÇIKARMAK İÇİN: Bir kutu kolayı lekeli giyeceklerin üstüne boşaltın,Deterjanı ekleyin ve her zaman yıkadığınız gibi yıkayın. Coca-cola yağ lekelerinin yok olmasına yardım edecektir. Ayrıca araba ön camlarındaki her türlü kuş pisliği yapışan sinekler veya ağaçlardan dökülen toz,polen, yapışkan maddelerin çıkarılması en iyi madde


COCA COLA + PEPSI + COLA TURKA''dır.Peki nedir bu Cola''nin bu kadar etkileyici temizliklerde bile kullanılabilmesinin sebebi? Coca-Cola ve Pepsi''nin ortalama pH değeri 3.4 tur. Bu asidi de dişleri ve kemikleri eritmek için yeterlidir.


Temizliklerde bu kadar etkili olmasının sebebi budur. Aslına bakarsanız Cola ile dünyada kimsenin tavsiye edemeyeceği KARBONDİOKSİT içiyoruz. Hani şu dışarı atmak için devamlı nefes alıp verdiğimiz, atmak için uğraştığımız KARBONDİOKSİT...!

2001 yılında Delhi Üniversitesinde "kim daha fazla Coca-Cola içecek“ diye bir yarışma yapıldığında, sekiz litre Coca-Cola içerek kazanan ve 10 dakika içerisinde herkesin gözü önünde ölen kişinin haberini duymuşsunuzdur Neden öldü? Çünkü çok fazla karbondioksit almıştı ve kanında yeterli oksijen yoktu.

Başka bir örnek: Kırılmış dişinizi bir şişe Coca Cola''nin içine koyun ve 10 gün sonra bakın...Diş 10 günde büyük oranda erir. Halbuki dişler ve kemikler ölümden sonra bile en fazla dayanabilen organlarımızdır ...

Bir şişe kola içerek midenize ve dişlerinize ve bağırsaklarınıza ne yaptığınızı bir düşünün...

Bu kadar zararlı bir içecek nasıl olurda bu kadar bilinçsizce tüketilebilir ve biri Amerikan firması olmak üzere bu şirketler bu kadar kar elde edebilir?

İşte bu bilinçsizliği önlemek için çevrenize,sevdiklerinize ve özellikle çocuklarınıza bunları anlatın. Belki bu kampanya fazla bir ses getirmeyecek olabilir. Ama ne kadar kişiye ulaşırsa o kadar büyük etki yapacaktır. Destek olmak için yapmanız gereken tek şey; bu yazıyı olabildiğince fazla kişiye ulaştırmak, anlatmak...

Bu Coca-Cola ve Pepsi ile ilgili gönderilen yazı; genç bir grubun ortak platformlarda aldıkları bir kararın ürünüdür.Bu yazı İnternet üzerinden gönderilerek yayılması amaçlanmıştır. Zaten onlar da büyük kartellerden boyalı medyadan ya da yaz eylemcisi kimi sivil toplum örgütlerinden destek beklemiyorlar.

Yoksa bu tiplere yaptıkları parasal desteği ya da promosyon adı altında verilen "sus" paylarını vermezler.

MOUSE'LAR EN ÇOK BUNLARIN ÜZERİNDE (:

İNTERNET ALEMİ NE GARİP YAAA EN ÇOK TIKLANANLARA Bİ BAKSANIZA SANKİ İNTERNET=ERKEK :D



































































23 Temmuz 2008 Çarşamba

10 adımda "süper blog" yazıları




İnternetteki blog yazarlarının "derin" edebi yetenekleri ve "olağanüstü" yaratıcılıkları beni benden alıp başka yerlere götürürken bu konuda bir çalışma yapabileceğimin farkına vardım. Hemen popüler blogları açtım ve yazılan yazıları sınıflandırma yoluna gittim.En çok rastladığım özellikleri alt alta sıraladım ve örnekledim.(Örnekler gerçektir)Böylelikle ne kadar yeteneksiz olursak da olalım hepimiz bir "süper blog" yazarı olabiliriz.Bana inanın.İşte bir "süper blog" yazısı hazırlamak için gereken 10 müthiş adım.Ohh yeahh!!
1. Ele aldığınız konuda samimi olmayın.Mesela sadece Serdar Ortaç okuyacakmış gibi düşünebilir,ona göre yazabilirsiniz.Çok tutulacaktır.Emin olun.Zaten yazdığınızı bir daha okumayacak,bir süre sonra da unutacaksınız.Sorun değil.2. Örgülü ve devrik cümleler kullanın.Ne anlama geldikleri pek önemli olmasın.Sanki çok anlamlıymış gibi gelsin.Öküzün gözünde tren gibi dursun.Örneğin;Gözlerine bakarken ışıldayan benliğimmiydi,yoksa benliğimmiydi gözlerinin içindeki.Ya da Gaz sancısı gibi içinde dolanıp duran,çıkış yolunu arayıp bir türlü bulamayan bir huysuzlukla,gecenin bir yarısı uyanmak uykudan ve dolanmak bir odadan bir ötekine,ötekinden berikine..3.Cümlelerin sonlarına iki nokta yan yana,ya da noktalı virgül koyun ve ardına çeşitli ünlemler,kısa yorumlar ya da yargılar yerleştirin.Bu sizi sanki samimi davranıyormuşsunuz gibi gösterir.Örneğin;Solardım ben her gidişinde.. ne hazin.Ya da Dönüp duran fikirlerdi kafamda,beni alaşağı eden.. sen değil.ya da Ben den bana bir yol açılır gönlümün aynasından,seyreylerim..4. Cümlelerin altına köşe yazarlarının köşeyi doldurmaya çalıştıkları gibi boş satırlar ekleyin.Ya da alakasız yerlerde cümleyi bölüp alt satırdan devam edin.Ertuğrul Özkök gibi postmodern görünürsünüz.5. Çok gizemli veya çok önemli birisiymişsiniz gibi kurun cümlelerinizi.Böyle olduğunuza en azından kendinizi inandırın.Zorlayın olamazsa.Örneğin;Tek başıma yürürken kaldırım-kaldırım, sokaklarda sürünen zavallı çoğunluğu farketmekten usandım.ya da Beni en çok yalnızlık korkutur.Ama hep yalnızım.Ve hep yalnız olacağım.6. Mutlaka ama mutlaka ön sevişmeye yakınmışsınız gibi yazın.Okuyucuyu gaza getirin yoksa çoğu,yazıyı sonuna kadar okuyamayacak,sıkılacaktır.Deliprofesör bir istisna bu konuda.Örneğin; Dokunmak istedim.. hissetmek istedim.. olmadı. (Aynı zamanda bkz: Madde 3) ya da Birden geç kalmış bir aşka yetişme edasıyla havuzdan çıkıyorum.7. Bazı şeyleri herkes adına tamamen çözmüş gibi konuşun. Direkt yargılarda bulunun. Ama değerliymiş gibi dursun.Örneğin; Hayat,aslında nasıl olduğunu tahmin ettiğin ama hep görmek istediğin bakış açısıyla bakmayı tercih ettiğin bir yol.ya da dönem dünyamızın merkezine farklı şeyler yerleşir kendiliğinden ve bu resmigeçidi hayretle izlemek düşer bize.ya da Kadının hası yumuşak başlı olmaz,ama ağır başlı ve sıcak olur.8. Çok sallarsanız korkmayın. Sanal bir kaynak gösterin. Yada gösterirmiş gibi yapın. Örneğin;Dünyayla güneş arasındaki mesafeyle,insanın hücreleri arasındaki mesafe eşitmiş.Öyle diyor bilim adamları ya da otoritelere göre gelmiş geçmiş en güçlü kalemlerden birisi. ( hangi otorite)9. Ne yazarsanız yazın hem saçmaladığınız için hem de okuyanın ne yazdığınızı çoktan unuttuğunu bildiğiniz için güzel gibi görünen bir kaç final cümlesi hazırlayın ki yorum bol olsun.Cümleyi yarıda kesin,bağırın-çağırın,yapın birşeyler ama güzel dursun.Örneğin;Unutmamalıyız ki,hayatın her yerinde bir başka anlam gizli.ya da Sonra kalemimi yeniden elime alıp sımsıkı kavrayarak,kırarcasına,bağırırcasına yazıyorum:“Kaçalıım sevgili,bu karanlıkta bir şeyimiz yook bizim...ya da ”Koştum.. koştum.. yetişmeye çalıştım.9. Hani hiçbirşey yapamazsanız copy-paste denen icadı keşfedin ve kaynak göstermeyin.Edebi yazıların bol bulunduğu sitelere dadanın,paragrafları,cümleleri tırtıklayın.Kimse anlamayacaktır.10. 7/24 internet başında olan arkadaşlar edinin.Tanımıyor olmanız önemli değil..Önemli olan bol bol puan vermeleri ve çokca yorum yapmaları.Böylelikle sıçıp-sıvamış olsanız bile kendinizi çok daha iyi hissedebilir,hatta övünebilirsiniz.Zaten kimin umrunda.

Ne abazayız olm

Bir ay kadar önce yakın bir arkadaşımıza şaka yapmak istedik ve internetten güzel bir modele ait fotoğraflarla facebook adresi açtık. (evet böyle salak salak işlerde yapıyoruz) Şakanın süresini bir hafta olarak belirledik hesapta dalga geçip eğlenecektik ki öylede oldu.Fakat ilginç olan gelen kutusunda birikmeye başlayan mesajlardı.Bir sürü adam bizim hayali modele kur yapıyor.Acınası Abazalıklar masum sözlerin arkasına saklanmaya çalışırken çok komik olabiliyormuş.Örnek X kişiler şunları yazmış:1-Köpeğin olabilir miyim? 2-Kızma bana ne olur güzelliğini paylaş benimle.3- Arabamla evime gidiyordum bir baktım zihnimde sen varsın.4- Samimi bir ilişki ister misin? 5-Ohaaa süpersin. 6- Manken gibisin (zaten manken salak oğlum) 7- Seninle sabaha kadar içki içip sohbet etmek ve büyüleyici güzelliğini izlemek istiyorum. 8- Elinde tuttuğun çiçeğin adı şudur özelliği budur bu arada ben çiçekleri çok severim bir ara takılmalıyız.Bu arada ağza alınmayacak teklifleri yazmıyorum.Onlarca farklı insan tek amaç.Gerçi 94lük neneye tecavüze yeltenen bir ülkede bunlar çok sempatik kalıyor.Bu Türk istihbarat raporlarında başarı oranı ilk sıralarda yer alan konuşturma tekniğinin gerçekliğini de kanıtlıyor bence.Ne gizli dinleme aygıtları ne kameralar.Fahişelik… Evet,2000nin üzerinde suçlu fahişelik tekniğiyle çözülmüş.İşte kadının garip gücü.Yalnız sahte hatunumuzda harbi taş onu söyliim :)

20 Temmuz 2008 Pazar

Seni çok seviyoruz Yıldız Tilbe

Youtube Türkiye'de beyni pas tutmuş zavallılar tarafından yasaklanadursun,vtunnel'dan seyretmeye devam ediyorum içim acıyarak.Muhtemelen Youtube bizi unuttu.Youtube bir insan olsaydı kendisine söyleyeceğim sözler şunlardan baska bir şey olamazdı:"seni çok özledik youtube.Evine dön.Baban ne olursa olsun seni affetmeye razı.Namusum kirlendi diye düşünme. Geri dön.Sen bizim biricik evladımızsın" ağlamalar,alkışlar''Acıklı Şebnem Kısaparmak yakarışımdan sonra,coak daha acıklı olan bir yakarışa yer vermek istiyorum mösyöler, madamlar, matmazeller.Ben Yıldız Tilbe'yi çok seviyorum.Müziğini eni topu, üç şarkısı dışında dinleyemem lakin,piyasa içerisindeki kayıp,naif duruşu,"ben buraların insanı değilim de,naparsın,şöhret bizi buralara attı"tavrı onu sevmem için yeterli bir neden.Sonunun da kötü olacağı yönünde kötü hislerim mevcut.Tanrı göstermesin,neyse,seviyorum kadını.2004 yazında galiba,"sunam"diye bir türkü ile kral tv'lerde endam eylerken kendisi,henüz bir senedir arabesk müzikle,Türkçe müzik dünyasına el sallamış olan ben,bu klibi ilk gördüğüm an,hayatımda hiçbir üzüntü,sıkıntı olmamasına rağmen ağlamaya baslamıştım.Sonra 3-5 kere daha aynı hislerle izledim.Sıkıldım,şarkıyı unuttum.Az önce,nereden esti bilmiyorum,-öğlen izlemiş olduğum Orhan Gencebay filminin kalıntıları olabilir- bu türküyü bağrı yanık bir anadolu kadını edasında söylemeye başladım.Hemen elimdeki çizimi bitirip,youtube'u açtım.Şarkıyı dinledim eskisi kadar olmasa da içlendim,"hey gidi" diye de süsledim bir güzelce naif hislerimi."4 sene nasıl da geçmiş"Sonra gözüm yine aşağı kaydı.Youtube yorumları,nostalji rüzgarları arasında kaybolmuş minik nöronlarımı aldı götürdü.Türkler olarak "amerikalılar çok aptalmış hehehe,amerikadan baska ülke bilmiyorlarmış abi,düşünsene ahaha" diye amerikalıları küçümsemeye pek meraklıyız ya, bizim burada da pek farklı değil diye düşünüyorum.

Dünya'nın en eski prezervatifi

1640 lardan kalma domuz derisinden yapılma ilk prezervatif şu anda avusturyada bir müzede sergileniyormuş.Kültür ne garip şey anne.

Melih Götçek ön ayaklarını ödtü den çek !

Melih GÖTçek denen veled-i zina!
Halk senin ne bok oldugunu çok çok iyi biliyor.Kendi açığını kapatmak için sizin yalan beyanınıza destek vermedi diye Odtüyü yıkamazsın buna senin değil başbakanının gücü yetmez.Odtü öğrencilerini diğer üniversitelerin ögrencilerinden ayıran bir çok temel unsur vardır.O unsur ki seni değil hükümetini bile başaşağı eder! değil kızılırmak da bir damla suda boğulursun.56 yıllık binanın imar izni yeni mi aklına geliyor.Bir bilim yuvasını yıkabilecek kadar sığ mı senin hayat görüşün? İmar iznine karşın Odtü den alacağın araziyi kime peşkeş çekeceksin?Ünilerde türban özgürlük diye savunurken üniyi yıkmak bu özgürlüğün neresinde duruyor? Ankara odtüne sahip çık! Odtü okuluna sahip çık! Tayyip itine sahip çık!

Babaya En Büyük Kıyak :)) Mükemmel

Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi, fakat o da hapisteydi.
Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.


Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğimden, kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.SevgilerBaban

Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.

Babacığım,
Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.Sevgiler.David

Ertesi gün sabaha karşı saat 04:00' de FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm sahayı kazdılar, lakin hiç bir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Ayni gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.

Babacığım,
Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım. SevgilerDavid

Mutlulugun Sırrı. Müthiş :))

Mutlulugun Sırrı...tüm eşlere...

Yeni mahallesinde kahvede sohbet eden adama arkadaşları:
''Senin aile yaşantına hayranız, eşin ve çocuklarınla çok mutlu bir yaşantın var. Karının bir dediğini iki etmiyorsun.
Bu mutluluğunun sırrını bize de anlat yoksa pısırık olduğunu düşüneceğiz.'' derler.

''Kısaca anlatayım..'' der adam.

''Düğünümüz bittikten sonra karım kendi atına, ben de kendi atıma bindik evimize doğru gidiyoruz. Benim bindiğim atın ayağı takıldı ve sendeledi. Karım eğildi ve benim atıma ' Bir ' dedi. Biraz daha ilerledik ve benim atımın ayağı tekrar takılıp tökezlediğizaman eşim tekrar eğilip atıma ' İki ' dedi. Az sonra atım tekrar aynı şekilde tökezleyince eşim atından indi ve at'a ' Üç ' dedi ve çeyizinden tabancasını çıkartıp atımı alnından vurdu.

Ben şok olmuştum...
Eşime bir hışımla çıkıştım ''Yazık değil mi ata, neden vurdun kadın, manyak mısın sen?'' diye bağırdım...

Karım arkasını döndü ve bana 'Bir ' dedi.
Ve o günden sonra karımın bir dediğini iki etmedim .

19 Temmuz 2008 Cumartesi

amuagoyyim!

Ne kadar şanslı bir milletiz ki,argo kültürü gibi inanılmaz bir miras kalmış dedelerimizden.Lastik gibi nereye çeksen gelir bir lisan,enteresan bir dilbilgisi şiveye göre değişik ses oyunları,söz cambazlıkları v.s.Ama içlerinde öyle bir tanesi var ki küfürün,mizahın şahı,argonun Poseidon'u.Zaman zaman sıcak bir dost eli,bazansa isyanların en kudretlisi''amuğa koyim ''.Ulu bestekar Fedon'un da mısralarında dile getirdiği gibi''ne seninle ne de sensiz olmuyordu''nun iki sözcüğe indirgenmişi''amuğa koyyim''.Kimi zaman coşkuyla kimi zaman fısıltıyla açığa çıkan,boşluğunu kimsenin dolduramayacağı ne fuck you'nun ne scheisse'nin yanında sekizinci sınıf avantür şarkıdan ileriye gidemeyeceği;sürekli övünme ihtiyacı hissettiğimiz yoğurt kelimesi, bordo berelilerimiz,baklavamız,dönerimiz gibi Türk'ü Türk yapan ilk on listesinde en başa koymamızın artık vaktinin geldiği bir sevdadır amuğa koyiim...

Manita bulamıyorsak hibino mu olalım

Aslında bu düşünce ben ve benim gibi abazanların birer özeti gibi.(Bu sıfatı kendime de ilk defa burda yapıştırmıştım oldum)Ayıp.
Abazanlık,olmaktan utanmamak gereken birşeydir.Kalpten,yürekten gelir.
Ruhun derinliklerinden bir yansımadır aslında.
Güzele olan açlıktır.
Güzeli beğendiğini belirtmek ve açıkca ifade etmektir.
dürüstlüktür.
"cinsellik kaygısında ve arayışında değilim.Arayış içerisinde değilim, abazanım." diyebilmek yürekteki ve zihindeki gücü açığa koyar.
bir söylemdir.
Harbiden.
Birden geçmiş yıllarımın muhasebesini yapma ihtiyacı hissettim.Yıllarca koştuk kız peşinde...Benim beğendiğim vermedi, bana vermek isteyenleri de ben beğenmedim.Bir nebze olsun osbir sayesinde içimde kopan fırtınaları dindirebildim ama her zaman caddelerde sokaklarda avazım çıktığım kadar bağırmak istedim "verin lan bana" diye.Olmadı.Olamadı tam bulmuşken kendi aptallığım yüzünden kaçırdıklarımı saymıyorum bile.Bir gün kaybedecek birşeyi olmayan her insan gibi önüme gelenden istemeye başladım.Bu seferde "Babyface" sorunsalı ile yüzleşmek zorunda kaldım artık devir değişmiş cıvırlar bebek yüzlü brad pitt gibi adamlara vermeye başlamıştı suratımdaki sert ve vakur ifade bkz: foto yüzünden artık herkes benden kaçmaya başlamıştı ne yaparsam yapayım manitalara performansıma dair istatistiklerimi anlatamadım.Artık bu ıstırapları çekmeye dayanamıyorum.Bende bi hibinatör olup manitalara yaklaşmaya çalışıcam aq bakalım işe yarayacak mı?

FACEBOOK VE BiZ ((:

Türk insanına demirden y....k versen onu bile yamultur facebook'ta o hesap.
Boku çıktı gerçekten ,güzel olan herşeyi amacından saptırmaktan başka bir işimiz yok.İnsanın kendi bilinciyle yola çıkıp hesap açtığı siteye de mıymıy yapması garip!
Komik Isteyen full privacy ayari yapip rahat edebilir yani.Kendimi örnek veriyim yaptım ve rahatım ! Fazla bok atmaya gerek yok.hepiniz girip baktınız üye oldunuz kiminizin ingilizcesi yetmedi çözmeye kiminiz eeehh uğraşamam dediniz kimisi rezil olmadan kaçayım şurdan bi tanıdık görür dediniz..ne yani facebooka üye olmayınca daha mı bi cool görünüyorsunuz pehhh...klişelerden arının yahu arkdaşım olsaydı şimdi yanımda olurdu..ühühüh çok etkilendim doğrusu..Ne konuşuyorum ki bokun içinde boncuk aramak gibi bişiy bu facebook.Birde bu facebook Sarhoşları var fotoğraflarına koyuverdim , güzel hatunlar !Nasıl bu hale geliyorlar yahu ! kapiçinolu nargileden başkası çarpmaz

RESİMLER...TIKLA BAKK

Müzikal Orgazm

Önce birkaç sıkıcı cümle gevelemek lazım görünmezliğin devamı adına ama biberleme isteğini içimde pek hissetmediğim için öteleme olarak lafı dolaştırmak kalıyor elde sadece.Sorun değil lakin.Bu da işimizi görür.Ha gayret.Birkaç cümle daha.Hesap kitap yapıyorum saate bakıp.Gece dörde yaklaşıyor.Elimde anatomy of a murder var.Daha doğrusu açtım,beşinci dakikasında dondurdum ekranı.160 dakika.Bir iki kahve molası,tuvalet ziyareti derken sabah yediye kadar taşır.Sonrasında taşıyacak başka bişi bulurum. Sanırım yeterli bu kadar geveleme.Nerede duyduğumu tam hatırlamasam da,sanırım hayatımda duyduğum en güzel tanımlardan biri bir duygu için.Evet,müzikal orgazm.Nedir derseniz,hemen bu yazının altındaki şarkının 'angel take me far away!' kısmında yaşanandır.Seks gibi düşünülebilir,şarkıda zevkin doruk noktasına çıktığı andır. Genellikle gitar sololarına veya çoklu vokallerin girişine rastlar bu orgazm anları. Kurban'ın yine'sinin gitar solosunun sonu,Pinhani'nin düğün'ünün gitar solosunun sonu...Birçok şarkıda çeşitli şekillerde yaşanabileceğini belirtmek amacıyla yerli ve sıradan örneklerden sonra,şahsım adına birkaç önemli şarkıyı sıralayayım;misalen ilk olarak,dance of death gelir aklıma,ki en uzun orgazmlardan birini yaşatır bu şarkı.3:00 dan bitene kadar sürer.Mirror mirror,şarkıyla ilişki içinde kısa süreli ve çok fazla müzikal orgazm noktası bulunabilecek bir eserdir mesela.Yine seksle bağdaştırmaya devam edersek,erken boşalmayı anmamak olmaz, Offspring'in 'dammit, i changed again'şarkısı gelir akıllara,baştan kopar şarkı.

Böyleyken böyle sevgili izleyenler.

Müzikal orgazmlarımızı yaşayalım derim en son.

Coşalım, coşturalım.

Evet.Şimdi tekrar merkez stüdyolarımıza dönüyoruz,birand sendeyiz.

En seksi çizgi film kahramanı




Birincilik Çakmaktaş'ın eşi Wilma'da.

Bakalım listede daha hangi ünlüler var ;

The Sun gazetesi, okurları arasında düzenlediği anketle çizgi-filmlerin en seksi karakterlerini seçti.

Birinciliği Taş Devri’nde Çakmaktaş’ın karısı Wilma açık ara farkla kazandı. Okuyucular, Wilma’nın beyaz antik çağ kıyafetinin çok seksi olduğunu söylüyor.Wilma konusunda bende The sun Okurlarıyla hemfikirim.kızıl saçlı, ince belli, taş gibi taş devri kadınıdır.


şeker kız kendy de iyiydi be hiç katmamışlar valla ne biçim anket olmuş bu !


hanselle gratel deki kötü cadı da olabilirdi ne kadar seksi görünmesede ruhunda ki taşlığı hissedebiliyordum.


Sonraaa,hastası olduğum he Man kardeşi Şila.


Yine Heidi vardı taşşşş !

Yine Hugo'nun karısı hugolina ben de bir anket başlatsam be baksana aklıma durdukça geliyor valla.

Sonra ninja kaplumbağalar filminde Aprıl vardı o da fena değildi hani.

Ve son olarak 3 yaşımdan beri hasta olduğum kız Şirine .


Anketteki İlk 5 ise şöyle:

1) Vilma Çakmaktaş

2) ‘Masum Sanık Roger Rabbit’ filmindeki kırmızı kıyafetiyle Jessica Rabbit

3) 1930’larda bir kabare şarkıcısı olan Betty Boop

4) Penelope Pitstop isimli yarışçı kız

5) Kaptan Mağara Adamı’nın 3 genç kız arkadaşı


Bu anketi beğenmedim , yok yok :))

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Türban, erkeklerin tahrik olmasına engel değilmiş!

Röportajlarında konuyu illa bi yerde cinselliğe getirme meraklısı olan; yazı yazabilen birisi Ayşe Arman, internette dolaşan bu kareden yola çıkarak türban tartışmasına farklı bir yorum getirdi.Bu kareyi buraya koymak istemedim.#.Buyurun buradan yiyin.Arman yazmış aynen aktaralım;

İnternette dolaşan bu fotoğraf, bana da geldi...İlginç geldi, sizinle paylaşmak istedim...Sakın yanlış anlamayın, ben bu fotoğrafta yaşanan hisleri (onun adı aşk) hiç yadırgamıyorum, garipsemiyorum, kınamıyorum.Aksine son derece doğal karşılıyorum.

Ama bu fotoğrafın bize anlattıklarında doğal olmayan bir şey var:Bir taraftan, erkeklerin şehvet duymaması için bir takım zorlamalar getiriliyor, türban gibi, saçların gözükmemesi gibi, diğer taraftan erkekler türbanlı kadınlar karşısında bile kayıtsız kalamıyorlar, kafadaki türbana rağmen sevişiyorlar.
Hem de parkın ortasında...

Ecnebilerin "public" dediği kamusal alanda...

Demek ki neymiş?Türban, erkeklerin tahrik olmasına engel değilmiş!

Türban, erkeklerin kafasına bağlansa belki işe yarar...

Ne dersiniz?

Ne mi derim?


Hiçbirşey demem Banane !

8 Temmuz 2008 Salı

Rahat batıyor a.q

Ergenekon’da son yakalanan üç isim beni çok üzdü lan.Hiçbirini zerre kadar tanımam sevmem ama "düşmanın bile olsa düşene acı" gibi bir mottom olmasa bile düşene acıyorum lan.Hoş çok şenlik adamlar hepsi de..Neyse işte bu üç isim için müebbet isteniyor.Çetenin reizi olmaktan..ahaha reizi..

Tolon Paşa,Eruygur Paşa,Sinan Aygün..
Şimdi Sinan Aygün’ü bir kalem geçelim ben en çok bu paşalara acıdım yahu.Ya kardeşim paşa olmuşsun,hayatın boyunca hep emir vermişsin , veriyorsun,rahat yaşıyorsun,memleketin her yerinde en güzel yerlerine kurulu ordu evlerinde krallar gibi ağırlanıyorsun,hala el üstünde tutuluyorsun,lojmanın var,ne bileyim işte bu kadar aç insan içinde her türlü sosyal hakka sahipsin,hem de en üst seviyelerde ve işte hiçbir ego tatminine bile ihtiyacın yok felan.Ee işte şimdi durup dururken hiç anlamadığın siyasete niye zıplarsın ? Acayip,garip,deli saçması planlar neden yaparsın ? Biri kere süper güç olmadan nereye,ne darbesi yapıyosun ? Ha varsa bile senin hangi sözüne veya vaadine güvenip sana hangi süpergüç gerçekten destek verir ? vs vs vs kısacası bu amcalar ahir ömürlerini kendi kendilerine berbat ettiler gibi lan.Düşünsene herşeyin çıtır olduğu herkesin emrinde olduğu bir ordu evinden nebileyim böyle bi hayattan doğru metrise ahaha..

Şimdi bu Sinan Aygün amca ise Ankaralı mütahitmiş,artı işte sanayi odası başkanı.Ve sürekli asgari ücretli çalışanlarına,google 'dan yaptırdığı eften püften abartılı gereksiz araştırmalarıyla ekranlara çıkıp “vatanı sattılar, ekonomi berbat,akepenin götüne koim”gibisinden bas bas bağıran bir doğa harikası amca.Beni en çok hayrete gark eden ise bu amcanın kasasından çıkan nakit 2,5 milyon euro.Yahu hangi insan evladı bu kadar bi parayı kasasında saklar ? Hele hele işadamıysa neden böyle birşey yapsın ? Herif kek mi ?Ne bileyim mesela o para ben de olsa 2/3/4/5 felan böler gayrimenkule,faize,fast food zincirine felan yatırır sonra gelen parayla iyi bir hayat sürer daha meşru yollardan siyasete girmeye çalışırdım.Şimdi bu adam zaten parayı gayri meşru olduğu için kazanmıştır denilebilinir.Onu bilmiyorum ama bu herifin işi de çok zor gibi.Bu gözaltı sırasında ve de iki gün sonra çekilen iki fotoğrafı arasındaki farktan gayet net anlaşılıyor.Valla düşene acısam bile şimdi şu da aklıma geldi;bunlar kendileri düşmüş arkadaş.

Manitalara yaklaşımlar


Atladım dolmuşa Cehennem'e gidiyorum. Tam önümdeki koltuğa bir manita oturdu. Öyle böyle değil, resmen sanat eseri. Ulan, dedim kendi kendime, eğer telepati filan diye bir bok varsa işte onu kullanmanın tam zamanı. Hemen saykik pozisyonu aldım, kıza odaklandım "bana bak, bana bak" şeklinde komut balonları gönderiyorum. Bir geriye döndürmeyi başarsam ikinci mesaj hazır; "bana aşık ol, bana aşık ol".Yoğun bir beyin transferi gerçekleştiriyorum ama kızda henüz bir hareket yok. Artık kızın nasıl bir firewall'u varsa.Bir ara kızın önünde oturan şöför geri dönüp bana baktı. Ya kızı ıskalayan sinyaller herife gitti yada aynadan benim tipi görüp "ne yapıyor bu eşşolaşek" dedi. Neyse böyle bir 15-20 dakika filan olmuştu, şöförden de kıllanıp tam vazgeçiyordumki kız elini uzatıp kafasının arkasını kaşımaya başladı. "uleaan oluyor galibaauuuaa" derken biranda dolmuş çukura girdi ve bütün araba sarsıldı. Benim konsantre gözler bir kaydı, toparlayana aşkolsun. 10 dakikada ikisini bir hizaya sokamadım. Eğer kız o sırada dönüp bana baksaydı o tipi ölene kadar unutamazdı heralde haha. Ben kendimi toparlayıncaya kadar da kız iniverdi.Tam muaffak olamamıştım ama kızın kafasını kaşındırmayı başarmıştım.(aksini iddia edeni tokatlarım) Bir sonraki manita kesin benimdi. Ama şansıma kızın yerine hanzo'nun biri oturdu. Onada uzun süre "in aşağıya eşşolaşek" diye mesajlar gönderdim ama işe yaramadı. Muhtemelen kafası biraz fazla kalındı, sinyaller beyne ulaşamadı.Uzun lafın kısası dolmuşlarda dikkatli olun. Birden "cebimdeki bütün parayı şu çocuğa vermeliyim" şeklinde garip düşüncelere kapılabilirsiniz.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

İçimi Bir bilsen :))

İÇİMİ BİR BİLSENNNNN...



İÇİMDE KOCA BİR DÜNYA TAŞIYORUM..



BENİM DÜNYAM PAYLAŞILABİLİR...





BU DÜNYAYI SENİNLE PAYLAŞABİLİRİM...



SENİN DÜNYANIDA PAYLAŞABİLİRİM...






ONA YER AÇABİLİRİM..





BENİM OLMANIIIII...






ELİMİ TUTMANIIIII....







SANA ŞÖYLEEEE SARILIP UYUMAYI İSTİYORUM...








SENİ KOCAMANNNNN SEWİYORUM...






SENİNLE OLUNCA KEYFİME DİYECEK YOK....




HAYIR..BENİ YÜZÜSTÜ BIRAKIP GİDEMEZSİNNNN...






PEKİ...ÖYLE OLSUN....HOŞÇAKAL...